Sene 2013, aylardan Haziran. Sezen diyor yine ‘memleketime çoktan bahar gelmiştir, başakları şimdiden göğe ermiştir. Dağlarını gelincik basmıştır, yer gök ve yürek çiçek açmıştır’ lalalalallallalal! İlahi Sezen, sen insanı yaşatırsın! Aşka hizmetinde emeklilik yaşı olmayan kadın, satırlarıma seninle başladım. Kalbim kadar temiz bu sayfada bütün erkeklerini bambaşka aşklarla sevmiş bir kadın tahayyül ettim çünkü. Aklıma yine sen geliverdin. Sen de dilersen bir ara şeker şerbet muhabbetinle acı bir kahve içelim. Bir erkeği sevmeyi tepeden tırnağa anlat da tekrarımızı ağız tadıyla geçelim.
Travmalarınızı Yavaşça Yere Bırakın ve Teslim Olun, Bu Size Son Uyarımız
Hepimiz kadınız da bir Sezen olmadığımız ortada. Peki bütün kadınlar, erkeklerini aşkla seviyorlar mı dersiniz? Oklavayla sevenler Levent Kırca mizahının yerleşik öğelerinden de bir böreklik canı olan adamlar da yok değil. Kadını ızdırapla terleten şiddet erkeğe ne yapıyor, merak etmediniz mi hiç? Gözleri bu satırlarda gezinen erkekler varsa heveslerinin kabardığından eminim de kursaklarında kalacak; hiçbir erkek ızdırabın teriyle İsmail Türüt olmuyor, lütfen şimdi travmalarınızı yavaşça yere bırakın.
Yalçın Abi’nin yaşlandırma tekniği bile çaresizken sizin bu ‘kadından genç kalma’ haliniz karşısında, ben daha da bir şey demem. Üstelik bilin ki andropoza girince çıtır tavuk arayışına girmeseydiniz belki de saygı duyardık bizi yaşlandırırken sizi gençleştiren bu fast food merakınıza. Ama siz de çok iyi bilirsiniz ki paket yaptırıyorsunuz da patatesler eve gelene dek kayış gibi oluyor ve sostan bile para alınıyor pekala. Sağlıklı beslenin, gereksiz şişirmeyin kendinizi, bahçenizde taze nane, soğan, domates varken bu fast food merakı niye! Anlamadınız mı? Hah bir de şöylesi var ‘Kaçak et’ keserken diyorum bu besmele getirmek niye!
Şiddet mi demiştik? Mevzu erkek olunca etrafında Galatasaray’ın şampiyonluk turunu atmadan gelemedim işte mevzuya. ‘Dırdır’, işte silahımız, erkeğe yönelik şiddetin sembolü!  Çevreye verdiğimiz olumlu imajın yanı sıra ömrünüzü yiyen dırdırımız için özür dileriz içtenlikle. Ama ye ye bitmeyen bir ömrünüz var, n’olur buna da biraz sinirlenmemize izin verin. Göz altı torbalarımızda öteberi taşımış gibiyken biz, sizdeki bu delirten dirilik niye!
Kolayı var, çok konuşursak yapışın dudaklarımıza, kliplerde seviştikten sonra erkek gömleği giyip gezinen eli kahveli kadınlara özeniyor bile olabiliriz. Üzerinize afiyet haksızken üste çıkan olacaksak haksızken üstünüze çıkmamıza biraz da izin vereceksiniz.
Şşşş bu işler biraz böyle, kaslarımız zayıf, gücümüz yerinde değil ama erkeğe psikolojik şiddet bizim işimiz. Lütfen hak etmeyiniz. Sevgilerimle.

Hanımköy’ün Kurtuluş Etkinlikleri, Kutlu Olsun Tüm Hanımköylülere!
Maç günleri kadınından izin alamayan ama arkadaşlarını arayıp bir şeyler uyduran erkekler birleşseler ülkeyi ele geçirebilirler. Yani adeta dev bir güç çarçur oluyor. Bezelye ayıklarken içişleri bakanı, temizlik yaparken çevre bakanı, sevişirken aileden sorumlu bakan, hiçbir şey yapmadan kadının ağzına bakan ise yalnızca bakan, daha da niceleri.  Hay ben sizin hükümetinizi seveyim! Şaka bir yana, ‘hanımköylü’ dediğimiz bu insanların dünyayı kurtaracaklarını düşündünüz mü hiç? Kurtarırlar çünkü kadınlara bıraksan savaş olmaz zaten. Ve Hanımköylüler kadına bırakırlar. Siz hiç savaş nedeni anlayan kadın gördünüz mü? Pazarda tek kalan elbise için kavga eder o ama anlamaz insanlara kıyılan bir savaşın nedenini. Anlamasındır zaten, algılamasın ve bir ucundan tutmasındır. Kaç tane kadın diktatör duydunuz, kadın yatakta bile tutturmaz ayol ‘bunu istiyorum!’ diye, tuttursa daha iyi ya, tutturmaz işte. Göbek dansıyla dikkatleri yalnızca göbek deliğinin etrafında toplayabilen insandan bahsediyoruz, Hanımköylü olmak bir dikkat meselesidir yani. Karar mekanizması zayıf diye mutsuz olduğunu söyleyebilir miyiz mesela? Bana kalırsa Obama  Michelleköylü, siz daha neyin gücünden söz ediyorsunuz, bunun neresi kötü!
Michele Obama demişken birkaç kelam etmek isterim; Michele’in kocası da unutuyor mudur tanışma yıldönümlerini, omzu sürekli düşen tişörtü çekiştirip düzeltiyor mudur onun da ‘bey’i.. Michele de kirli sepetindeki pantolonların cebini karıştırıyor mudur ne var ne yok diye ya da aldığı bluzun fiyatını 50 dolar eksik söylüyor mudur herifine… Off bunlar hep soru işareti! Dünya oval ofislerin etrafında dönmesin ve ele avuca gelir düz ofisler yaratılsın diye, insanlığı Hanımköy kurulmuştur işte ve Hanımköylü iradeye bilerek teslim olmuştur, böyle düşündünüz mü hiç? Ayrıca siz hiç Popstar jürisinde oturmuş Bülent Ersoy görmediniz mi de güce karşı çıkmak gerektiğini düşünür oldunuz! Haklarınız sizindir o ayrı, sahip çıkınız ve alınız bilahare.
Şakalar bir yana gerçekler öbür yana ki herkes kendi süzgecinden geçirsin bunları. Ben kendi adıma çok umutluyum ki içinde bulunduğumuz dünya hala Sezen Cumhur Önal sözcükleriyle tarif edilebilir halde. Hanımköylüler, sahip çıkın dünyanıza. Ve kutlu olsun kurtuluşunuz yeniden, bu yıl da! Siz geleceğin İlhan İremlerisiniz, malumunuz o biraz kayıp da.


Şaşırtan bilgiler arasında rastlamış olabileceğinizi tahmin ettiğim bir şeyi paylaşmak istiyorum; bebekler diz kapaksız doğar. Hepimiz diz kapaksız doğduk. Diz kapaklarımız 2-6 yaş arasında oluşur. Bilimsel bir gerçek bu. Ve bir gün konu olduğu dost sohbetinden bazı anekdotlar paylaşmak istiyorum sizinle. Dünyayı anlamak yalnızca 5 duyuyla olmuyor belki de…

6 yaş sonrasında çocuk kendini bilir. Aldığı kararlar tamamen sağlıklı olmak zorunda değildir, o çocuktur dilediği kadar saçmalayabilir. Ve onun dünyası hepimizin dünyasından fazla mizahi malzeme içerir. Ama yine de bilinci iş başındadır. Bir şey yaparken kendince mantık kurmuş, doğru olana inanmış ve de seçimini yapmıştır. Gülerek karşıladığımız davranışları onun güzel ve kaygısız dünyasının özgür seçimleridir. Hiç düşündünüz mü, belki de diz kapakları kendi tercihlerini yapmaya başlamasıyla oluşuyordur…

Nerede diz çökeceğini, nerede karşı çıkacağını, nerede ayağa dikileceğini, nerede dizlerinin üzerinde emekleyerek yürüyeceğini seçmeye başladığı yaşı bekliyordur diz kapakları oluşmak için.

Annesinin çekmecelerini diz kapaklarından önceki açışları hoyratlık, 6 yaşından sonraki açışları seçimdir belki. Klozetin kapağını diz kapağının oluşumuna dek şuursuzca, sonrasında hakiki bir merakla aşmıştır belki. Böyle baktınız mı hiç?

Bakmadınız mı? Belki de çok mantıksız bütün bunlar. Kiminin 3 yaşında kiminin 6 yaşında mı tamamlanıyor dersiniz diz kapakları? Peki karakterinin oluşumunda da bu tür farklılar görülüyor olamaz mı? Çok güzel bir denge içinde var olduğunu ve varlığını sürdürdüğüne inandığım dünya, her şeyi mümkün kılıyor aslında.

Kaçınız bir bebeğin diz kapağı var mı diye bakmıştınız peki? Pek azınız sanırım. Yumuş yumuş bacaklarını çokça mıncıklamış, boğumlarını çokça koklamış, ayacıklarına dudaklarınızla çokça masaj yapmıştınız. Ama diz kapakları gelmemişti aklınıza. Var mıydı, yok muydu, bilmiyordunuz. Bunu kınıyor muyum, asla!
Nereden çıkıp nereye varmak istediğime gelince; mutlak doğrular vardır bazen, evet. Ama mutlak doğruların bile farklı yorumlanışları vardır. Mesela bilimsel olarak diz kapaklarının oluşum aşaması anlatılır ama manen nasıl anlamlandıracağınız kimse tarafından belirlenmemiştir. O yansımaları siz yaratırsınız. Yaşadıklarınız, gördükleriniz, inançlarınız, hayalleriniz, okuduklarınız, çizdikleriniz, sevdikleriniz, nefret duyduklarınız, beklentileriniz, hayal kırıklıklarınız, soru işaretleriniz, ünlemleriniz… Dünyanıza bunlar anlamlandırır. Güneşin doğudan doğduğunu bilir herkes, dünyanın güneş etrafındaki hareketleriyle açıkça ilan edilmiştir bu. Aksini iddia eden de çıkmaz. Ama biri çıkıp dese ki uygarlıklar da sanılanın aksine Doğu’dan yükselmiştir, güneşin doğuşu anlamlıdır bu yüzden, ne diyeceksiniz? Yüklenen bir anlamı nasıl çiğneyeceksiniz? Aksini iddia etmek için var mı bir kanıtınız? Kanıtlarla kimin iç dünyasını yalancı çıkarabilirsiniz?

Demem o ki hoyrat olmamak lazım. Dünyayı anlamak demek dünyayı yalnızca sizin anlamanız demek değil. Dünyayı anlamak demek dünyayı yalnızca onun anlaması demek değil. Dünyayı anlamak demek dünyayı yalnızca senin anlaman demek değil. Dünyayı anlamak demek bizim dünyayı anlamamız demek. Dünyaya yüklediğimiz anlamları bir arada düşünmek ve birbirine benzemeyenlere de olağanüstü bir saygı duymak demek. En sevdiğiniz en sevilesi değil ki hiçbir zaman, en korktuğunuz en korkulası olan değil ki… Dünya yalnızca sizin değil ki. Bunu idrak etmek, dünyanın başka kimlerin olduğunu unutmamak pek çok şeyin çözümü belki de.
Kişisel irademizle inandığımız şeye biri müdahale ederken bir diğeri de bu müdahaleden dolayı ona müdahale etmeli belki de. Dünyada yalnız değilsek bu yalnızlaşmak niye!
Ortak bir yaşamın gereklerini unutmadan, ortak bir dünyanın gereklerini yerine getirerek yaşamak aslında öyle kolay ki… kimsenin anlamlarına saldırmadan, kimsenin seçimlerini yargılamadan, kimsenin düşman olmadığına inanarak…
Dünya kardeşliği öyle güzel ki… hangi düşünceden olursa olsun insanları kucaklamak ve sonsuz bir saygıyla selamlamak öyle yüce ki… Birinin özgürlüğünün başka birinin özgürlüğünün başladığı yerde bittiğini unutmadan elbette. Bu klişe gibi görünen gerçeği çabuk unutur olduk. Kuralsızlığa sığınmadan ama empatiyi unutmadan yaşamaktan yana olmakta fayda var. Bu fayda insanlığın ortak faydası ve doğal olarak ortak paydası da olmalı. 
Ülkemizin içinde bulunduğu gergin günlerin geçeceğine inancım tam. Çünkü çok iyi biliyorum ki omuz omuza yürümek bir ülkenin olmazsa olmazıdır,elbet olacaktır. Tüm bireyler buna azami katkıda bulunacaktır. Bu ülke umut kesilecek bir ülke değil, hiç olmadı.
Diz kapağına 2-6 yaş arasında oluşan bir yapı olarak bakanla ona başka anlamlar da yükleyen anlamlarını ötekileştirmesinler yeter…
Dünya bir diz kapağından bakınca bile çok güzel, yaşamaya yaşatmaya değer…

Sonsuz umut ve saygılarımla.

Çocuk yetiştirirken dikkat etmemiz gereken şeyleri sıralayan çok olur. Herkes en iyi akıl hocası, en faydalı öğretmen, en ideal model sayar kendini. Siz hep eksiksinizdir. ‘Ben olsaydım’ diyenler çoktur hep. Eleştirmeye can atarlar, sizin çocuğunuzdan not vermek üzere düşünme sürecinde oldukları bir projeden bahseder gibi bahsedenler dahi vardır. Evet bütün çocuklar toplumundur ama ne olursa olsun bir çocuk, kendini bulana dek en çok da anne ve babasınındır. Bir projeyse onların projesidir, bir hayalkırıklığıysa onların hayalkırıklığıdır, bir gurur tablosuysa onların gurur tablosudur. Bir çocuk, kendisini dünyaya getirip çocuk kılanındır ama bu, kendisi birey olana kadardır. Mal değildir, oyun hamuru hiç değildir. Çocuklarınızı insani yönden bir elmas gibi işleyin, onlar sizin. Ama başkalarının, onu olmadığı bir şeye dönüştürmesine izin vermeyin, sahiplenin. Her şeyden beslensin ama sizin ona yüklediğiniz, gösterdiğiniz, sunduğunuz, öğrettiğiniz, benimsettiğiniz değerler ışığında ışıldamasına izin verin. 

Tüm bunları neden mi anlattım? Çünkü yükselen suç oranlarının çeşitliliği gösteriyor ki çocuk yetiştirmede toplumsal bir ivme kaybı yaşıyoruz. Bir çocuğu hangi din, dil, ırk, sosyal ve ekonomik çevre etrafında yetiştirirsek yetiştirelim, vicdanlı, dürüst ve ahlaklı yetiştirmede eksikten de eksiğiz artık. Dış etkenlerin artışıyla çocuğumuzun mayasındaki etkimizi kaybediyoruz, onu günün telaşları içinde kayboluşa itiyoruz. Bir çocuğu yetiştirmeyi ‘dayatma’ olarak algılıyor ve bunu hayata geçiriyoruz. 

Sorular sormasına, cevaplar almasına müsaade etmiyoruz. Deneyimlemesine, dokunmasına, tatmasına, yakından bakmasına, örneklerini araştırmasına, insan tanımasına, hayvan sevmesine, toprağa çıplak ayakla basmasına olanak tanımıyoruz. İyi bir insan olarak yetişmesi ve insanların geri kalanını sevmesi için bir yatırım yapmıyoruz ruhuna.
İyi bir kariyer düşlüyoruz onun için. Okusun ve eğitimi doğrultusunda bir kariyer planının tozunu attırsın istiyoruz. Koltuğunun bir boy büyüğüne oturması için bir gence çelme takmasında hiçbir beis görmüyoruz. Her ay bir arabanın kredi taksidini ödeyecek olan bu iyileştirme, onun kalbini iyileştirmeden önemli geliyor bize.

Güzel bir ilişki ve evlilik düşlüyoruz onun için. Bizim beğendiğimiz, sevdiğimiz bir eş bularak rahat ettirileceği bir hayatı garantilemesini istiyoruz. Çocuğumuzdan, kendisini düşünmesini, eşinden yine çocuğumuzu düşünmesini bekliyoruz. Paylaşmak ikinci planda, birinci plana bireysel mutluluğunu yerleştiriyoruz.

Her şeyin en güzelini düşünüyoruz kendimizce. Komşular da öyle. Akrabalar da en iyisini düşlüyor onun için. Arkadaşlarımız, bizi kabahatli buldukları yönlerde devreye girip akıllar saçıyorlar. Safı uyanık, tutumluyu müsrif, sakini yırtıcı yapmaya gayret ediyor herkes. Eşimiz dostumuz çocuklarımızı başka çocuklara, kendilerine dönüştürmeye çalışıyorlar. Biz de yıllardır ve dahi hiç bıkmadan usanmadan komşularımızın, yakınlarımızın ve hatta uzaklarımızın çocuklarına dönüştürmeye çalışıyoruz onları. 

Yanlış öncelikler peşinde koşuyoruz, ‘yalnız önde’likler peşinde koşuyoruz.
Toplumla iyi anlaşacağı ama sürüde koyun olmayacağı, kendini, yeteneklerini, arzularını tanıdığı, ne istediğinin daima farkında olduğu, başkalarının haklarını gözetme konusunda sağduyulu davrandığı, kendi hakkının ayırtına vardığı, insanı sevdiği, hayvana yakın olduğu, kavramların kıymetini ayrı ayrı bildiği bir dünya hazırlamıyoruz ona.
İyiliği ve güzelliği değil gücü ve ‘onun gibi’ ‘bunun gibi’yi vermeye gayret ettikçe kaybediyoruz onları. Bize ait olmayan ve hatta başkalarına da ait olmayan, bu aitlikten sıyrılmış ama kendisi de olmayan, özetle hiçbir şey olmayan ve ne yazık ki tecavüz ederek, öldürerek, çalarak çırparak, iterek kakarak bir şey olmaya, bir şeye ait olmaya çalışan bireyler meydana getiriyoruz. 

Ortası lazım bize. Başıboş bırakmakla dayatmak arasında bir şey lazım. İnsan olmayı içe sindiren bir şey.
Sana sesleniyorum;
Bu gelecek senin için gerekli, onu inşa etmeye çalışıyorum. Seni yetiştirmeliyim ama sen de durma, beni yetiştir.  Sen büyü ve beni geleceğine yetiştir çocuğum.
Bir ilişkinin en tatlı tarafı olan flört dönemi, adı koyulmamış ama zirvede yaşanan duygularla doludur.
Dile getirilemeyen kıskançlıklar, hevesle yoğrulmuş gizlenişler, bastırılamayan sarıp sarmalama isteği…
Sevilme, beğenilme arzusunun en yüksek olduğu bu dönem, kişinin kendini  olduğundan farklı anlatma, karşısındakinin ideallerine uygun davranma dönemidir genelde.
Bu çoğu zaman istem dışı gelişen ve hatta bireylerin kendilerini ifade tarzlarına zamanla kendilerini bile inandırabildikleri bir davranış biçimi.  Flörtlerde prensleşmek ya da prensesleşmek sık rastlanan bir eğilim yani.Rahat olun yani yalnız değilsiniz....Elde etmek için herşey mübahtır!!! dönemi:)

Ama sadece bir süre fark etmeden rol yapmak  mümkün olabiliyor., uzun sürmüyor tabi. Kişi sonunda kendisine dönüşüyor ve sonra da hayalkırıklıkları başlıyor. Bunun süresi belli...
Koskoca 6 ay....Koskoca mı? Şüpheli...

Yani etkileme süreci, yani 6 ay, yani tutkunun gevşemeye başladığı dönem bitince, beklenildiği gibi davranmanın da sonuna gelmiş, özünüze dönmüş oluyorsunuz...

Film gibi aşklar yaşamak için kusursuz olmanıza gerek yok...
“Kusursuz erkek ve kusursuz kadın mı!
Emin olun gelmemesiyle meşhur Godot’yu bile bu kadar beklemezsiniz.
Kim bilir belki de kusurları da sevmelisiniz.
Aşk biraz da kusurlarını bile sevmek değil midir?
Bireyler gibi aşklar da çeşitli, karakterleri, duyguları çeşitli, cinsel paylaşımları çeşitli.
Durum buyken kadının ve erkeğin tamamen karşısındakinin istediği gibi ve de kusursuz olması için standart normlar yok, olamaz da.
Bunun farkına varmak gerekir.
Herkes kendini yaşasın ve nihayetinde herkes kendi filmini yaşasın derim...

 İlişkinin olağan flört döneminden sonra gerçeğe dönmede gecikmemek ve birbirini doğru tanıyarak sağlam temeller atmanın önemi çok büyük... 
Ona kendinizi anlatmanız, sıklıkla ortak paylaşımlarda bulunmanız, farklı zevk ve deneyimlerinizi harmanlamanız ve de kendinize özel bireysel zamanlar yaratmayı alışkanlık haline getirmeniz mutlak gerekli...

Sağlıcakla...




Engelli biriyle evlenmek zordur. Ama imkansız değildir asla. İnsan, imkansız sanılanın öyle olmadığını kanıtlamak iddiasıyla var olur aslında. Bunu basit bir inat olmaktan ötede tutmak ve kalple sahip çıkmak gerekir mümkün kılmak istediğine. Aşk, inandığımız her şeyi içine alır yoğurur ve kıvama getirir. Zorlukları yoktur diyemem, hiçbir badire atlatılmayacak, hiçbir umutsuzluk anı yaşanmayacak, hiçbir yorgunluk olmayacak diyemem. Ama bunlar insanın elinde nasıl oyuncak olur, nasıl güzelleşir insan baş edip bir de üstüne baş tacı edince.

Dünyayı 5 duyuyla algılıyoruz, bir de altıncı hissimiz var. Olacakları sezer gibi, geleceği görmeden görür gibi oluyoruz. Gördüklerimiz, duyduklarımız, tattıklarımız, dokunduklarımız, kokusunu aldıklarımız. Hemen sonra da iyi ya da kötü olacağına inandıklarımız. Sizi, sevdiğiniz kişiyle ortak bir yaşam kurmaya iten, ilk 5’te değildir, altıncıdır. Onu her haliyle sevebileceğinize, onu tamamlayabileceğinize,  onunla tamamlanabileceğinize inandıran o altıncıdır. His işte…

Sokakta olmak zordur sevdiğinizle. Kaldırımları ona göre yapmamışlardır çünkü, bazen kaldırım bile yapmamışlardır hatta. Arabalarını onun arabasının yerine park etmişlerdir en büyük dertleri sanıp otopark sorununu ve toplu taşıma araçlarını 5 duyusu birden tam olanlara göre tasarlamışlardır çoğu zaman. Onun için yapılan asansörlere doluşmuşlardır ve koltukları kapmışlardır onun için ayrılan. Onu eksik bulurken kendi eksikliklerini ondan çalarak tamamlamışlardır oysa hep.
Sinemaya tiyatroya gitmek bir dert, hep bir köşesi eksik keyfin. 3-5 tv programı güzellik yapmış da haber seyredilecek, eğlenilecek ya da. Harfleri kabartarak da basmayı düşünmemişlerdir kitapları ya da onlara okuyacak ses azdır olması gerekenden. Hayat, çok kolay değildir evet. Ama kolaydır onları sevmek. Her insan gibi.

Seversiniz, bir yol, dikenli, öyle olduğu kadar su gibi, keyifli, ant içersiniz birlikte çıkmaya. Ve sonra… Sizi kurtarmak, bu yanlıştan döndürmek, bugün üzme pahasına yarınınızı garanti altına almaya çalışanlar girer devreye, aileieriniz, sevdikleriniz. Size hep olumsuzluklar fısıldarlar, yaşanabilecek güzellikleri umursamaz hiç kimse. İki insanın hayatı her şeye rağmen paylaşmak istemesinde sihirli bir yan bulmaz çoğu zaman kimse. Oysa vardır.
Göz yetmezliği, kulak yetmezliği, ağız, burun, ten yetmezliği, hepsi çözülür şeylerdir. Ama kalbin yetmezliğine çare yoktur. Birbiri için artan kalplerden daha güzel ne vardır, ne olur…
Çocuk sahibi olmak da mümkündür, iyi anne baba olmak da. İyi sevgili kalmak da mümkündür. İyi sevişmek de mümkündür, unutmayın. İstedikten, kalbinizi verdikten sonra. Bugün, bu yazım, bu ülkenin herhangi bir yerinde başkalarının engelli bulduğu bir yaşamı seçen ve seve seve, güzelleştire güzelleştire yaşayanlara gelsin! İyi ki cesaret ettiniz ve iyi ki emek verdiniz!


Çocuk sahibi olmak için evlenmekle evlenip çocuk kalmak arasında bir seçim yapmanız istenseydi hangisini seçerdiniz?
Birden kontrolsüzce büyümek zorunda hissetmek ve tüm çocuk yanları bir kenara bırakmak mı, çocuklukta eksik kalmış her şeyi yanınızda hayat arkadaşınızla yeniden yaşamak ve alabildiğine mutlu olmak mı olurdu tercihiniz?
Bir çocuk büyütmek için nesillerce ileri gitmeyi mi, aynı anda kendinizi de onu da layığıyla büyütmeyi mi yeğlerdiniz?
Şüphesiz ki sorumlulukların en büyüğü, bir çocuğu dünyaya getirmeye karar vermek ve bu kararı ortak biçimde sahiplenerek hayata geçirmek.
‘Biz büyüdük ve kirlendi dünya’ demek istemezdim belki biraz klişe ama söyleyin, doğru değil de ne!
Bazı kadınların ve daha da sıklıkla bazı erkeklerin hiç de sıcak bakmadıkları evlilik, çocuğa toplumca ‘normal’ kabul edilen bir yaşam sunmak adına bir gereklilik olarak kabul görüyor. Annenin soyadıyla babanın soyadının aynılaşması ve bu soyadın çocuğa aynalaşması…
Neşeli bekarlık günlerinden vazgeçip evinde çubuklu pijamasını giyip çay içerken maç izlemek niyetindeki olgunlaşmaya yüz tutmuş erkeklerle, kız kıza tatillerden feragat edip saçları bigudili biçimde sabah kahvesi içmek niyetindeki kadınlar evliliğin o ilahi komedyasında güzel bir tablo oluşturuyorlar.
Öyle mi peki? Bize bunu neden böyle anlattılar, neden evlilik deyince gözümüzün önünde bu resmin belirmesini sağladılar? Hem evlenip hem genç, hem hayat dolu kalamaz mıyız?
Değişir mi yaşımız başımız böyle kuralmış gibi? Oysa biz de istersek genç olabilir, yaşımızın en güzeli kalabilirmişiz gibi…
Neşeli sesleriyle cıvıldayan genç kızlarımız kına gecelerinde ağlatılırken ‘hem ağlarım hem giderim’ der gibiler ama hiçbir şeyin baba evindeki gibi rahat olmayacağı inancını da sabırla yüklenmişler. Neden böyle anlattık ki biz evliliği bu gencecik kızlara?
Aklına esince gecenin bir yarısı Tekirdağ’a köfte yemeye giden adam imzayı atarken keyif günlerinin sona erdiğini, bundan sonra evine bakmak için gerekirse taş taşıyacağını ve muhtemelen o taşların kendisini yaşlandıracağını, belini bükeceğini düşünüyor, fark ediyor musunuz?
Evlilik, nesiller boyu süren yanlışlarımız sağ olsun, iki insanın hem kendileri olup hem de birbirlerine ait olabilecekleri, paylaşımın parmağa çalınan bal kadar tatlı geleceği ve ortak sorumluluk duygusuyla birbirine daha da kenetleneceği bir şey gibi gelmedi çoğumuza.
Oysa evlilik tam da öyleydi. Evlilik iyi günde, kötü gündeydi. Evlilik candı, canandı.
Gencecik yaşında bir gün bir ihtiyar gibi çöküvermek, ertesi gün sevdiğinin eliyle ayağa kalkıp bir çocuk gibi heyecan çığlıkları atabilmekti.
Evlilik, içinde hüzne aşık olunan o büyük sevinçti.
Evlilik, meyve vermek için yaratılmış iki ağacın birbirine sarılmasıydı, değeri ölünce anlaşılacak bir ressamın tablosundaki gibi.
Evliliklerimiz, bizim ona baktığımız gibiydi. Çocuğumuzun aynasıyken evliliğimizin de aynasıydık elbette.
Evliliklerimiz ilelebet bizimdi, bizdi.
Nasıl yaşamak istersek öyleydi. Bizden bağımsızın sıkıntıları alt etme mücadelemizdi. Mutlu olma isteğimizdi, çabamızdı, emeğimizdi.
Evlilik, aslında sevgililikti. Sevgililik, sevgili bir şeydi. Sevgili olan her şey güzeldi. Unutur olduk, hatırlamak hatırlatmak gerek.
Başlayayım istedim. Hadi gerisini siz getirin.


Cinselliğe heyecan katan afrodizyaklar…

Uzun süreli ilişkilerde ya da evliklilerde cinsel yaşamın monotonlaşması kaçınılmaz. İlk günkü heyecanı yeniden yaşamak, seks hayatına renk katmak ya da canlandırmak isteyenlere afrodizyak yiyecekler de yardımcı oluyor.

Çikolata; kadınlarda içerdiği serotonin ve fenetilamin maddeleri ile cinsel istek artırıcı etkiye sahip. Çilek hem görüntüsü hem içeriği ile cinsel isteği artırıyor. Damakta şeker tadı bırakan ahududu romantik gecelerde de tüketilmesi gereken bir meyve… Hormonları çalıştıran tarçının da cinsel gücü artırıyor. Araştırmalara göre kadınlarda cinsel arzu uyandıran en etkili kokulardan biri de salatalık kokusu! Protein ve bol E vitamini ihtiva eden Antep Fıstığı da arzunun uyarılmasını sağlıyor.

Erkeklerde cinsel verimliliği artırdığı söylenen kabak çekirdeği günde bir avuç tüketilebilir. C vitamini eksikliğinden dolayı cinsel isteksizlik yaşayanlara önerilen besin ise yaban mersini. Karpuzun cinsel gücü artırmaya etkisi ise iktidar hapına eşdeğer. Gün içerisinde tüketilen bir bardak nar suyu doğal afrodizyak etkisi yaratıyor. Badem ise içeriğindeki E vitamini sayesinde tutkuyu artıyor ve sağlıklı sperm üretimine destek oluyor.
  
İran’da eskiden çiftler evlendikten sonraki bir ay boyunca motive olmak için her gün bal likörü içermiş. Balda testosteron üretiminde etkin olan B vitamini bol miktarlarda bulunur. Ayrıca baldaki fruktoz kişiye güç vermesinin dışında istikrarlı bir enerji artımının sağlanmasında da etkili. Kalp sağlığı için de oldukça faydalı olan zeytin aynı zamanda lezzetli bir aşk yiyeceği. Fransız kültürünün afrodizyağı olarak bilinen peynir, en büyük afrodizyak olan çikolatanın 10 katı fazla feniletilamin içerir. Protein kaynağı olan tavuğun füme halinin insanlarda libidoyu artırdığını herhalde çoğu kişi bilmiyordur. Hem bedeni, hem de sinirleri güçlendiren vanilya aynı zamanda cinsel gücü de artırıyor.  Tüm vücudu uyaran, bedenen ve ruhen güç kazandıran zencefil afrodizyak görevi de görüyor. Muzun içerisinde bulunan bufotenin denilen alkaloit (organik madde) güven duygusunu ve cinsellik arzusunu artırıcı niteliğe sahip. Avokado ise Aztekler zamanından bu yana en erotik meyvelerden biri olarak biliniyor.  İdeal bir demir ve potasyum kaynağı olan İncir de aynı zamanda afrodizyaklar arasında en etkililerden biri.

Seksi meyvelerden bir diğeri de üzüm… En şehvetli içeceklerin başında gelen şarap da gecenize keyif katacaktır. Romantik bir gecenin olmazsa olmazlarından bir diğeri ise şampanya. Bu efervesan etkili içecek, gerek asitli kıvamı gerekse içeriğiyle seksle ilgili tüm engelleri ortadan kaldıran bir güce sahip. Ama dikkat etmeli. Çünkü, fazla kullanıldığında cinsel performansta bozulmalar görülebilir.

Hep tatlılar bu etkiyi yapacak değil ya! Acı da cinsel isteği kamçılıyor. Acı yiyecekler sinir sistemini de harekete geçirir; bu da cinsel arzuda artışa giden yolun kapısını aralar. Her ne kadar tadı ve kokusuyla bazılarına itici de gelse sağlık kaynağı olan, tüm hormonları çalıştıran sarımsak en güçlü afrodizyak olarak biliniyor.

Yulaf ezmesi de özellikle kadınlarda cinsel isteksizliği giderir. Isırgan tohumu ile bal karışımı da kendinizi bomba gibi hissetmenizi sağlar. Safran da cinsel gücü etkileyen hormonları artırıyor. Ginseng, cinsel isteği ve birleşme kapasitesini artırıyor.

İstiridyedir en meşhur afrodizyaktır. Bu şehvetli deniz ürününün içeriğindeki çinko, fosfor ve iyot birlikteliği hem kadın hem erkeklerin libidosunu yükseltir. Karideste cinsel dürtüyü ve sperm sayısını düzenleyen antioksidan ve selenyum ile bol miktarda çinko bulunuyor. Havyar da yüzyıllardır afrodizyak olarak kullanılıyor. İçerdiği çinko miktarı nedeniyle erkeklik hormonlarının yapımını artırıyor. 
Op.Dr. Gökçen ERDOĞAN. Blogger tarafından desteklenmektedir.