Şaşırtan bilgiler arasında rastlamış olabileceğinizi tahmin ettiğim bir şeyi paylaşmak istiyorum; bebekler diz kapaksız doğar. Hepimiz diz kapaksız doğduk. Diz kapaklarımız 2-6 yaş arasında oluşur. Bilimsel bir gerçek bu. Ve bir gün konu olduğu dost sohbetinden bazı anekdotlar paylaşmak istiyorum sizinle. Dünyayı anlamak yalnızca 5 duyuyla olmuyor belki de…

6 yaş sonrasında çocuk kendini bilir. Aldığı kararlar tamamen sağlıklı olmak zorunda değildir, o çocuktur dilediği kadar saçmalayabilir. Ve onun dünyası hepimizin dünyasından fazla mizahi malzeme içerir. Ama yine de bilinci iş başındadır. Bir şey yaparken kendince mantık kurmuş, doğru olana inanmış ve de seçimini yapmıştır. Gülerek karşıladığımız davranışları onun güzel ve kaygısız dünyasının özgür seçimleridir. Hiç düşündünüz mü, belki de diz kapakları kendi tercihlerini yapmaya başlamasıyla oluşuyordur…

Nerede diz çökeceğini, nerede karşı çıkacağını, nerede ayağa dikileceğini, nerede dizlerinin üzerinde emekleyerek yürüyeceğini seçmeye başladığı yaşı bekliyordur diz kapakları oluşmak için.

Annesinin çekmecelerini diz kapaklarından önceki açışları hoyratlık, 6 yaşından sonraki açışları seçimdir belki. Klozetin kapağını diz kapağının oluşumuna dek şuursuzca, sonrasında hakiki bir merakla aşmıştır belki. Böyle baktınız mı hiç?

Bakmadınız mı? Belki de çok mantıksız bütün bunlar. Kiminin 3 yaşında kiminin 6 yaşında mı tamamlanıyor dersiniz diz kapakları? Peki karakterinin oluşumunda da bu tür farklılar görülüyor olamaz mı? Çok güzel bir denge içinde var olduğunu ve varlığını sürdürdüğüne inandığım dünya, her şeyi mümkün kılıyor aslında.

Kaçınız bir bebeğin diz kapağı var mı diye bakmıştınız peki? Pek azınız sanırım. Yumuş yumuş bacaklarını çokça mıncıklamış, boğumlarını çokça koklamış, ayacıklarına dudaklarınızla çokça masaj yapmıştınız. Ama diz kapakları gelmemişti aklınıza. Var mıydı, yok muydu, bilmiyordunuz. Bunu kınıyor muyum, asla!
Nereden çıkıp nereye varmak istediğime gelince; mutlak doğrular vardır bazen, evet. Ama mutlak doğruların bile farklı yorumlanışları vardır. Mesela bilimsel olarak diz kapaklarının oluşum aşaması anlatılır ama manen nasıl anlamlandıracağınız kimse tarafından belirlenmemiştir. O yansımaları siz yaratırsınız. Yaşadıklarınız, gördükleriniz, inançlarınız, hayalleriniz, okuduklarınız, çizdikleriniz, sevdikleriniz, nefret duyduklarınız, beklentileriniz, hayal kırıklıklarınız, soru işaretleriniz, ünlemleriniz… Dünyanıza bunlar anlamlandırır. Güneşin doğudan doğduğunu bilir herkes, dünyanın güneş etrafındaki hareketleriyle açıkça ilan edilmiştir bu. Aksini iddia eden de çıkmaz. Ama biri çıkıp dese ki uygarlıklar da sanılanın aksine Doğu’dan yükselmiştir, güneşin doğuşu anlamlıdır bu yüzden, ne diyeceksiniz? Yüklenen bir anlamı nasıl çiğneyeceksiniz? Aksini iddia etmek için var mı bir kanıtınız? Kanıtlarla kimin iç dünyasını yalancı çıkarabilirsiniz?

Demem o ki hoyrat olmamak lazım. Dünyayı anlamak demek dünyayı yalnızca sizin anlamanız demek değil. Dünyayı anlamak demek dünyayı yalnızca onun anlaması demek değil. Dünyayı anlamak demek dünyayı yalnızca senin anlaman demek değil. Dünyayı anlamak demek bizim dünyayı anlamamız demek. Dünyaya yüklediğimiz anlamları bir arada düşünmek ve birbirine benzemeyenlere de olağanüstü bir saygı duymak demek. En sevdiğiniz en sevilesi değil ki hiçbir zaman, en korktuğunuz en korkulası olan değil ki… Dünya yalnızca sizin değil ki. Bunu idrak etmek, dünyanın başka kimlerin olduğunu unutmamak pek çok şeyin çözümü belki de.
Kişisel irademizle inandığımız şeye biri müdahale ederken bir diğeri de bu müdahaleden dolayı ona müdahale etmeli belki de. Dünyada yalnız değilsek bu yalnızlaşmak niye!
Ortak bir yaşamın gereklerini unutmadan, ortak bir dünyanın gereklerini yerine getirerek yaşamak aslında öyle kolay ki… kimsenin anlamlarına saldırmadan, kimsenin seçimlerini yargılamadan, kimsenin düşman olmadığına inanarak…
Dünya kardeşliği öyle güzel ki… hangi düşünceden olursa olsun insanları kucaklamak ve sonsuz bir saygıyla selamlamak öyle yüce ki… Birinin özgürlüğünün başka birinin özgürlüğünün başladığı yerde bittiğini unutmadan elbette. Bu klişe gibi görünen gerçeği çabuk unutur olduk. Kuralsızlığa sığınmadan ama empatiyi unutmadan yaşamaktan yana olmakta fayda var. Bu fayda insanlığın ortak faydası ve doğal olarak ortak paydası da olmalı. 
Ülkemizin içinde bulunduğu gergin günlerin geçeceğine inancım tam. Çünkü çok iyi biliyorum ki omuz omuza yürümek bir ülkenin olmazsa olmazıdır,elbet olacaktır. Tüm bireyler buna azami katkıda bulunacaktır. Bu ülke umut kesilecek bir ülke değil, hiç olmadı.
Diz kapağına 2-6 yaş arasında oluşan bir yapı olarak bakanla ona başka anlamlar da yükleyen anlamlarını ötekileştirmesinler yeter…
Dünya bir diz kapağından bakınca bile çok güzel, yaşamaya yaşatmaya değer…

Sonsuz umut ve saygılarımla.

Çocuk yetiştirirken dikkat etmemiz gereken şeyleri sıralayan çok olur. Herkes en iyi akıl hocası, en faydalı öğretmen, en ideal model sayar kendini. Siz hep eksiksinizdir. ‘Ben olsaydım’ diyenler çoktur hep. Eleştirmeye can atarlar, sizin çocuğunuzdan not vermek üzere düşünme sürecinde oldukları bir projeden bahseder gibi bahsedenler dahi vardır. Evet bütün çocuklar toplumundur ama ne olursa olsun bir çocuk, kendini bulana dek en çok da anne ve babasınındır. Bir projeyse onların projesidir, bir hayalkırıklığıysa onların hayalkırıklığıdır, bir gurur tablosuysa onların gurur tablosudur. Bir çocuk, kendisini dünyaya getirip çocuk kılanındır ama bu, kendisi birey olana kadardır. Mal değildir, oyun hamuru hiç değildir. Çocuklarınızı insani yönden bir elmas gibi işleyin, onlar sizin. Ama başkalarının, onu olmadığı bir şeye dönüştürmesine izin vermeyin, sahiplenin. Her şeyden beslensin ama sizin ona yüklediğiniz, gösterdiğiniz, sunduğunuz, öğrettiğiniz, benimsettiğiniz değerler ışığında ışıldamasına izin verin. 

Tüm bunları neden mi anlattım? Çünkü yükselen suç oranlarının çeşitliliği gösteriyor ki çocuk yetiştirmede toplumsal bir ivme kaybı yaşıyoruz. Bir çocuğu hangi din, dil, ırk, sosyal ve ekonomik çevre etrafında yetiştirirsek yetiştirelim, vicdanlı, dürüst ve ahlaklı yetiştirmede eksikten de eksiğiz artık. Dış etkenlerin artışıyla çocuğumuzun mayasındaki etkimizi kaybediyoruz, onu günün telaşları içinde kayboluşa itiyoruz. Bir çocuğu yetiştirmeyi ‘dayatma’ olarak algılıyor ve bunu hayata geçiriyoruz. 

Sorular sormasına, cevaplar almasına müsaade etmiyoruz. Deneyimlemesine, dokunmasına, tatmasına, yakından bakmasına, örneklerini araştırmasına, insan tanımasına, hayvan sevmesine, toprağa çıplak ayakla basmasına olanak tanımıyoruz. İyi bir insan olarak yetişmesi ve insanların geri kalanını sevmesi için bir yatırım yapmıyoruz ruhuna.
İyi bir kariyer düşlüyoruz onun için. Okusun ve eğitimi doğrultusunda bir kariyer planının tozunu attırsın istiyoruz. Koltuğunun bir boy büyüğüne oturması için bir gence çelme takmasında hiçbir beis görmüyoruz. Her ay bir arabanın kredi taksidini ödeyecek olan bu iyileştirme, onun kalbini iyileştirmeden önemli geliyor bize.

Güzel bir ilişki ve evlilik düşlüyoruz onun için. Bizim beğendiğimiz, sevdiğimiz bir eş bularak rahat ettirileceği bir hayatı garantilemesini istiyoruz. Çocuğumuzdan, kendisini düşünmesini, eşinden yine çocuğumuzu düşünmesini bekliyoruz. Paylaşmak ikinci planda, birinci plana bireysel mutluluğunu yerleştiriyoruz.

Her şeyin en güzelini düşünüyoruz kendimizce. Komşular da öyle. Akrabalar da en iyisini düşlüyor onun için. Arkadaşlarımız, bizi kabahatli buldukları yönlerde devreye girip akıllar saçıyorlar. Safı uyanık, tutumluyu müsrif, sakini yırtıcı yapmaya gayret ediyor herkes. Eşimiz dostumuz çocuklarımızı başka çocuklara, kendilerine dönüştürmeye çalışıyorlar. Biz de yıllardır ve dahi hiç bıkmadan usanmadan komşularımızın, yakınlarımızın ve hatta uzaklarımızın çocuklarına dönüştürmeye çalışıyoruz onları. 

Yanlış öncelikler peşinde koşuyoruz, ‘yalnız önde’likler peşinde koşuyoruz.
Toplumla iyi anlaşacağı ama sürüde koyun olmayacağı, kendini, yeteneklerini, arzularını tanıdığı, ne istediğinin daima farkında olduğu, başkalarının haklarını gözetme konusunda sağduyulu davrandığı, kendi hakkının ayırtına vardığı, insanı sevdiği, hayvana yakın olduğu, kavramların kıymetini ayrı ayrı bildiği bir dünya hazırlamıyoruz ona.
İyiliği ve güzelliği değil gücü ve ‘onun gibi’ ‘bunun gibi’yi vermeye gayret ettikçe kaybediyoruz onları. Bize ait olmayan ve hatta başkalarına da ait olmayan, bu aitlikten sıyrılmış ama kendisi de olmayan, özetle hiçbir şey olmayan ve ne yazık ki tecavüz ederek, öldürerek, çalarak çırparak, iterek kakarak bir şey olmaya, bir şeye ait olmaya çalışan bireyler meydana getiriyoruz. 

Ortası lazım bize. Başıboş bırakmakla dayatmak arasında bir şey lazım. İnsan olmayı içe sindiren bir şey.
Sana sesleniyorum;
Bu gelecek senin için gerekli, onu inşa etmeye çalışıyorum. Seni yetiştirmeliyim ama sen de durma, beni yetiştir.  Sen büyü ve beni geleceğine yetiştir çocuğum.
Bir ilişkinin en tatlı tarafı olan flört dönemi, adı koyulmamış ama zirvede yaşanan duygularla doludur.
Dile getirilemeyen kıskançlıklar, hevesle yoğrulmuş gizlenişler, bastırılamayan sarıp sarmalama isteği…
Sevilme, beğenilme arzusunun en yüksek olduğu bu dönem, kişinin kendini  olduğundan farklı anlatma, karşısındakinin ideallerine uygun davranma dönemidir genelde.
Bu çoğu zaman istem dışı gelişen ve hatta bireylerin kendilerini ifade tarzlarına zamanla kendilerini bile inandırabildikleri bir davranış biçimi.  Flörtlerde prensleşmek ya da prensesleşmek sık rastlanan bir eğilim yani.Rahat olun yani yalnız değilsiniz....Elde etmek için herşey mübahtır!!! dönemi:)

Ama sadece bir süre fark etmeden rol yapmak  mümkün olabiliyor., uzun sürmüyor tabi. Kişi sonunda kendisine dönüşüyor ve sonra da hayalkırıklıkları başlıyor. Bunun süresi belli...
Koskoca 6 ay....Koskoca mı? Şüpheli...

Yani etkileme süreci, yani 6 ay, yani tutkunun gevşemeye başladığı dönem bitince, beklenildiği gibi davranmanın da sonuna gelmiş, özünüze dönmüş oluyorsunuz...

Film gibi aşklar yaşamak için kusursuz olmanıza gerek yok...
“Kusursuz erkek ve kusursuz kadın mı!
Emin olun gelmemesiyle meşhur Godot’yu bile bu kadar beklemezsiniz.
Kim bilir belki de kusurları da sevmelisiniz.
Aşk biraz da kusurlarını bile sevmek değil midir?
Bireyler gibi aşklar da çeşitli, karakterleri, duyguları çeşitli, cinsel paylaşımları çeşitli.
Durum buyken kadının ve erkeğin tamamen karşısındakinin istediği gibi ve de kusursuz olması için standart normlar yok, olamaz da.
Bunun farkına varmak gerekir.
Herkes kendini yaşasın ve nihayetinde herkes kendi filmini yaşasın derim...

 İlişkinin olağan flört döneminden sonra gerçeğe dönmede gecikmemek ve birbirini doğru tanıyarak sağlam temeller atmanın önemi çok büyük... 
Ona kendinizi anlatmanız, sıklıkla ortak paylaşımlarda bulunmanız, farklı zevk ve deneyimlerinizi harmanlamanız ve de kendinize özel bireysel zamanlar yaratmayı alışkanlık haline getirmeniz mutlak gerekli...

Sağlıcakla...




Engelli biriyle evlenmek zordur. Ama imkansız değildir asla. İnsan, imkansız sanılanın öyle olmadığını kanıtlamak iddiasıyla var olur aslında. Bunu basit bir inat olmaktan ötede tutmak ve kalple sahip çıkmak gerekir mümkün kılmak istediğine. Aşk, inandığımız her şeyi içine alır yoğurur ve kıvama getirir. Zorlukları yoktur diyemem, hiçbir badire atlatılmayacak, hiçbir umutsuzluk anı yaşanmayacak, hiçbir yorgunluk olmayacak diyemem. Ama bunlar insanın elinde nasıl oyuncak olur, nasıl güzelleşir insan baş edip bir de üstüne baş tacı edince.

Dünyayı 5 duyuyla algılıyoruz, bir de altıncı hissimiz var. Olacakları sezer gibi, geleceği görmeden görür gibi oluyoruz. Gördüklerimiz, duyduklarımız, tattıklarımız, dokunduklarımız, kokusunu aldıklarımız. Hemen sonra da iyi ya da kötü olacağına inandıklarımız. Sizi, sevdiğiniz kişiyle ortak bir yaşam kurmaya iten, ilk 5’te değildir, altıncıdır. Onu her haliyle sevebileceğinize, onu tamamlayabileceğinize,  onunla tamamlanabileceğinize inandıran o altıncıdır. His işte…

Sokakta olmak zordur sevdiğinizle. Kaldırımları ona göre yapmamışlardır çünkü, bazen kaldırım bile yapmamışlardır hatta. Arabalarını onun arabasının yerine park etmişlerdir en büyük dertleri sanıp otopark sorununu ve toplu taşıma araçlarını 5 duyusu birden tam olanlara göre tasarlamışlardır çoğu zaman. Onun için yapılan asansörlere doluşmuşlardır ve koltukları kapmışlardır onun için ayrılan. Onu eksik bulurken kendi eksikliklerini ondan çalarak tamamlamışlardır oysa hep.
Sinemaya tiyatroya gitmek bir dert, hep bir köşesi eksik keyfin. 3-5 tv programı güzellik yapmış da haber seyredilecek, eğlenilecek ya da. Harfleri kabartarak da basmayı düşünmemişlerdir kitapları ya da onlara okuyacak ses azdır olması gerekenden. Hayat, çok kolay değildir evet. Ama kolaydır onları sevmek. Her insan gibi.

Seversiniz, bir yol, dikenli, öyle olduğu kadar su gibi, keyifli, ant içersiniz birlikte çıkmaya. Ve sonra… Sizi kurtarmak, bu yanlıştan döndürmek, bugün üzme pahasına yarınınızı garanti altına almaya çalışanlar girer devreye, aileieriniz, sevdikleriniz. Size hep olumsuzluklar fısıldarlar, yaşanabilecek güzellikleri umursamaz hiç kimse. İki insanın hayatı her şeye rağmen paylaşmak istemesinde sihirli bir yan bulmaz çoğu zaman kimse. Oysa vardır.
Göz yetmezliği, kulak yetmezliği, ağız, burun, ten yetmezliği, hepsi çözülür şeylerdir. Ama kalbin yetmezliğine çare yoktur. Birbiri için artan kalplerden daha güzel ne vardır, ne olur…
Çocuk sahibi olmak da mümkündür, iyi anne baba olmak da. İyi sevgili kalmak da mümkündür. İyi sevişmek de mümkündür, unutmayın. İstedikten, kalbinizi verdikten sonra. Bugün, bu yazım, bu ülkenin herhangi bir yerinde başkalarının engelli bulduğu bir yaşamı seçen ve seve seve, güzelleştire güzelleştire yaşayanlara gelsin! İyi ki cesaret ettiniz ve iyi ki emek verdiniz!


Çocuk sahibi olmak için evlenmekle evlenip çocuk kalmak arasında bir seçim yapmanız istenseydi hangisini seçerdiniz?
Birden kontrolsüzce büyümek zorunda hissetmek ve tüm çocuk yanları bir kenara bırakmak mı, çocuklukta eksik kalmış her şeyi yanınızda hayat arkadaşınızla yeniden yaşamak ve alabildiğine mutlu olmak mı olurdu tercihiniz?
Bir çocuk büyütmek için nesillerce ileri gitmeyi mi, aynı anda kendinizi de onu da layığıyla büyütmeyi mi yeğlerdiniz?
Şüphesiz ki sorumlulukların en büyüğü, bir çocuğu dünyaya getirmeye karar vermek ve bu kararı ortak biçimde sahiplenerek hayata geçirmek.
‘Biz büyüdük ve kirlendi dünya’ demek istemezdim belki biraz klişe ama söyleyin, doğru değil de ne!
Bazı kadınların ve daha da sıklıkla bazı erkeklerin hiç de sıcak bakmadıkları evlilik, çocuğa toplumca ‘normal’ kabul edilen bir yaşam sunmak adına bir gereklilik olarak kabul görüyor. Annenin soyadıyla babanın soyadının aynılaşması ve bu soyadın çocuğa aynalaşması…
Neşeli bekarlık günlerinden vazgeçip evinde çubuklu pijamasını giyip çay içerken maç izlemek niyetindeki olgunlaşmaya yüz tutmuş erkeklerle, kız kıza tatillerden feragat edip saçları bigudili biçimde sabah kahvesi içmek niyetindeki kadınlar evliliğin o ilahi komedyasında güzel bir tablo oluşturuyorlar.
Öyle mi peki? Bize bunu neden böyle anlattılar, neden evlilik deyince gözümüzün önünde bu resmin belirmesini sağladılar? Hem evlenip hem genç, hem hayat dolu kalamaz mıyız?
Değişir mi yaşımız başımız böyle kuralmış gibi? Oysa biz de istersek genç olabilir, yaşımızın en güzeli kalabilirmişiz gibi…
Neşeli sesleriyle cıvıldayan genç kızlarımız kına gecelerinde ağlatılırken ‘hem ağlarım hem giderim’ der gibiler ama hiçbir şeyin baba evindeki gibi rahat olmayacağı inancını da sabırla yüklenmişler. Neden böyle anlattık ki biz evliliği bu gencecik kızlara?
Aklına esince gecenin bir yarısı Tekirdağ’a köfte yemeye giden adam imzayı atarken keyif günlerinin sona erdiğini, bundan sonra evine bakmak için gerekirse taş taşıyacağını ve muhtemelen o taşların kendisini yaşlandıracağını, belini bükeceğini düşünüyor, fark ediyor musunuz?
Evlilik, nesiller boyu süren yanlışlarımız sağ olsun, iki insanın hem kendileri olup hem de birbirlerine ait olabilecekleri, paylaşımın parmağa çalınan bal kadar tatlı geleceği ve ortak sorumluluk duygusuyla birbirine daha da kenetleneceği bir şey gibi gelmedi çoğumuza.
Oysa evlilik tam da öyleydi. Evlilik iyi günde, kötü gündeydi. Evlilik candı, canandı.
Gencecik yaşında bir gün bir ihtiyar gibi çöküvermek, ertesi gün sevdiğinin eliyle ayağa kalkıp bir çocuk gibi heyecan çığlıkları atabilmekti.
Evlilik, içinde hüzne aşık olunan o büyük sevinçti.
Evlilik, meyve vermek için yaratılmış iki ağacın birbirine sarılmasıydı, değeri ölünce anlaşılacak bir ressamın tablosundaki gibi.
Evliliklerimiz, bizim ona baktığımız gibiydi. Çocuğumuzun aynasıyken evliliğimizin de aynasıydık elbette.
Evliliklerimiz ilelebet bizimdi, bizdi.
Nasıl yaşamak istersek öyleydi. Bizden bağımsızın sıkıntıları alt etme mücadelemizdi. Mutlu olma isteğimizdi, çabamızdı, emeğimizdi.
Evlilik, aslında sevgililikti. Sevgililik, sevgili bir şeydi. Sevgili olan her şey güzeldi. Unutur olduk, hatırlamak hatırlatmak gerek.
Başlayayım istedim. Hadi gerisini siz getirin.


Cinselliğe heyecan katan afrodizyaklar…

Uzun süreli ilişkilerde ya da evliklilerde cinsel yaşamın monotonlaşması kaçınılmaz. İlk günkü heyecanı yeniden yaşamak, seks hayatına renk katmak ya da canlandırmak isteyenlere afrodizyak yiyecekler de yardımcı oluyor.

Çikolata; kadınlarda içerdiği serotonin ve fenetilamin maddeleri ile cinsel istek artırıcı etkiye sahip. Çilek hem görüntüsü hem içeriği ile cinsel isteği artırıyor. Damakta şeker tadı bırakan ahududu romantik gecelerde de tüketilmesi gereken bir meyve… Hormonları çalıştıran tarçının da cinsel gücü artırıyor. Araştırmalara göre kadınlarda cinsel arzu uyandıran en etkili kokulardan biri de salatalık kokusu! Protein ve bol E vitamini ihtiva eden Antep Fıstığı da arzunun uyarılmasını sağlıyor.

Erkeklerde cinsel verimliliği artırdığı söylenen kabak çekirdeği günde bir avuç tüketilebilir. C vitamini eksikliğinden dolayı cinsel isteksizlik yaşayanlara önerilen besin ise yaban mersini. Karpuzun cinsel gücü artırmaya etkisi ise iktidar hapına eşdeğer. Gün içerisinde tüketilen bir bardak nar suyu doğal afrodizyak etkisi yaratıyor. Badem ise içeriğindeki E vitamini sayesinde tutkuyu artıyor ve sağlıklı sperm üretimine destek oluyor.
  
İran’da eskiden çiftler evlendikten sonraki bir ay boyunca motive olmak için her gün bal likörü içermiş. Balda testosteron üretiminde etkin olan B vitamini bol miktarlarda bulunur. Ayrıca baldaki fruktoz kişiye güç vermesinin dışında istikrarlı bir enerji artımının sağlanmasında da etkili. Kalp sağlığı için de oldukça faydalı olan zeytin aynı zamanda lezzetli bir aşk yiyeceği. Fransız kültürünün afrodizyağı olarak bilinen peynir, en büyük afrodizyak olan çikolatanın 10 katı fazla feniletilamin içerir. Protein kaynağı olan tavuğun füme halinin insanlarda libidoyu artırdığını herhalde çoğu kişi bilmiyordur. Hem bedeni, hem de sinirleri güçlendiren vanilya aynı zamanda cinsel gücü de artırıyor.  Tüm vücudu uyaran, bedenen ve ruhen güç kazandıran zencefil afrodizyak görevi de görüyor. Muzun içerisinde bulunan bufotenin denilen alkaloit (organik madde) güven duygusunu ve cinsellik arzusunu artırıcı niteliğe sahip. Avokado ise Aztekler zamanından bu yana en erotik meyvelerden biri olarak biliniyor.  İdeal bir demir ve potasyum kaynağı olan İncir de aynı zamanda afrodizyaklar arasında en etkililerden biri.

Seksi meyvelerden bir diğeri de üzüm… En şehvetli içeceklerin başında gelen şarap da gecenize keyif katacaktır. Romantik bir gecenin olmazsa olmazlarından bir diğeri ise şampanya. Bu efervesan etkili içecek, gerek asitli kıvamı gerekse içeriğiyle seksle ilgili tüm engelleri ortadan kaldıran bir güce sahip. Ama dikkat etmeli. Çünkü, fazla kullanıldığında cinsel performansta bozulmalar görülebilir.

Hep tatlılar bu etkiyi yapacak değil ya! Acı da cinsel isteği kamçılıyor. Acı yiyecekler sinir sistemini de harekete geçirir; bu da cinsel arzuda artışa giden yolun kapısını aralar. Her ne kadar tadı ve kokusuyla bazılarına itici de gelse sağlık kaynağı olan, tüm hormonları çalıştıran sarımsak en güçlü afrodizyak olarak biliniyor.

Yulaf ezmesi de özellikle kadınlarda cinsel isteksizliği giderir. Isırgan tohumu ile bal karışımı da kendinizi bomba gibi hissetmenizi sağlar. Safran da cinsel gücü etkileyen hormonları artırıyor. Ginseng, cinsel isteği ve birleşme kapasitesini artırıyor.

İstiridyedir en meşhur afrodizyaktır. Bu şehvetli deniz ürününün içeriğindeki çinko, fosfor ve iyot birlikteliği hem kadın hem erkeklerin libidosunu yükseltir. Karideste cinsel dürtüyü ve sperm sayısını düzenleyen antioksidan ve selenyum ile bol miktarda çinko bulunuyor. Havyar da yüzyıllardır afrodizyak olarak kullanılıyor. İçerdiği çinko miktarı nedeniyle erkeklik hormonlarının yapımını artırıyor. 

İlk aylar mideniz bulanır, içiniz dışınıza çıkana kadar kusarsınız. Bütün dünya kokmaya başlar, burnunuzun yerinde küçük bir tazı burnu gelmiş gibidir adeta hassasiyet hat safhada. Hani aşerme filan kabul edelim abartılısı biraz kapris ama canımızdan can taşıyoruz değişik isteklerde bulunmak da normal. Olmadık mevsimlerde olmadık gıdalar tüketmeye başlanır.

Aylar geçip de içinizdeki küçük canlı hareketlenmeye başladığında sürekli eliniz karnınızda hareket takibindesinizdir. ‘ bak kıpırdadı, tekme attı, futbolcu mu olacak benim oğlum, bu kız kesin dansçı olur, kıpır kıpır maşallah’ yorumları ile her kadın büyüyen karnıyla aşk yaşamaya başlar. Konuşur sohbet edersiniz, dertleşir masal okur, kitap okursunuz günler günleri kovalar ve sonunda zamanı gelir.

Nihayet gerçekten kucağınıza alacaksınız bebeğinizi, öpüp koklayacak, emzirip doyuracak ve kollarınızda sımsıkı saracaksınız onu. Beklemek yok artık, hasret bitti.
9 ay süren koruyup kollama sürecinden sonra aslında hiç bitmeyecek yeni bir dönem başlayacak ve hayatınız boyunca hep ‘O’nu koruyup kollayacak ve onun için endişe edeceksiniz. 

Artık siz annesiniz!
Sızlayan göğsünüzde canınızı acıtsa da emzirerek doyurduğunuz, geceler boyu uykusuz kaldığınız, hastalığı, okulu, ilk aşk acıları, ergenlik bunalımları derken ömrünüzü ömrüne kattığınız gözünüzden sakındığınız yavrunuzu daha gençliğinin baharında gömeceğinizi nereden bilebilirdiniz. Bilseniz kurşunlara siper, yıkılan duvarlara engel olurdunuz.

Zordur anne olmak, emek ister aslında cesaret ister biraz da ne de olsa dünyanın en önemli sorumluluğudur, can yetiştirmek bu dünyada.

Şimdi canımız yanıyor ardı ardına gelen felaketlerde. Bir gün terör diyoruz bir gün deprem. Yunus 13 yaşındaydı internette oyun oynamak için gitmişti o yere, gözlerinde umut hatırladınız mı o tek kare fotoğrafı. Enkazdan çıktıktan sonra minik bedeni dayanamadı. Serhat 10 yaşındaydı onu da kaybettik… Sonra Azra’ya sevindik o daha 16 günlük minik bir beden. 2 gün kalmıştı enkazın altında annesi emzirerek beslemişti onu yıkılan duvarların altında. Merak ve umutla sağlığındaki gelişmeleri izliyoruz televizyonlardan… Yeni umutlu haberlerin merakıyla göz atıyoruz gazetelere.
Kaç gün olmuştu ki askerlerimizi kaybedeli, haber vermek için gönderilen askerleri gördüklerinde fenalaşan annelerin haberlerini kaç gün önce okumuş, televizyon ekranlarında görmüştük. İncinmesinden korktuğu için bisiklete bindirmediği evladını vatan toprağına şehit veren annenin feryadı yüreklerimizi burkarken üstüne bir de deprem.

Anneler ağlar, cenneti ayaklarının altında sandığımız asıl cennet sıcak göğüslerine başımızı yaslayıp saçlarımızı koklayan, okşayıp öpen anneler kara topraklara bağrını basıp ağlar. Zordur anne olmak hamilelik ile başlayıp mezara gidene kadar devam eder ve hiçbir anne canını toprağa vermek istemez.
Bebeğinin ağlamadan ihtiyaçlarını hisseden, uzaklarda olduğunda göğsümde bir sızı var yavrum nasılsın diye telefona sarılan anneler hakları ödenmez. Gözyaşlarını silmek için, acılarını dindirmek için özürler yetmez.

Bir hata işlediğiniz vakit, onu itiraftan çekinmeyiniz. Eğer böyle yaparsanız, o hatayı görmüş olanların, aleyhinize verecekleri hükmün önüne geçersiniz. 
                                                                                                                           Hazreti  Ali  

İhanet... Yaşayan için belki de duyguların en ağırı. Eski Türkiye güzellerinden biriyseniz ve beyaz atlı prensinizi bulduğunuza inanıyorsanız da sarsıyor sizi, her perşembe pazara çıkıp sebze seçtiğiniz sırada kocanızın evde komşunuzla seviştiğini biliyorsanız da. Fark var mı? Kime göre, neye göre fark… Söz konusu ihanet olunca insanların duyguları hakkında karşıt tahminlerde bulunup her ikisinde de haklı çıkabilirsiniz. Örneğin; duymazdan gelip kendi egosunu ve gururunu kurtaran da kendince haklı oluyor, ispat edip yüzüne vurup ‘ben aptal değilim’ diyen de. Çünkü insan güvendiği dağlara kar yağınca çok üşüyor. Düşündüğünüzden daha çok.
Kapıdan girdi Kenan, bütün heybetiyle. Boyu posu ve hoş fotoğraf veren görünümüyle. Kendinden öyle emin görünüyordu ki klasik ‘bir arkadaşımın bir sorunu vardı’ yalanına sığınacak diye düşünmedim değil. Sığınmadı. Sıradan havadan sudan bir girizgah yaptıktan sonra kısa bir süre sustu ve sonra da başladı:
-Yarım saat erken geldim. Sevgilimi bekliyoruz. Ama o gelmeden sizinle konuşmam gereken bir şey var.
Evet seansa çift olarak gelmek üzere randevu almışlardı. Sinem ve Kenan. Kenan beklenenden biraz erken ve Sinemsiz gelmişti. Eğer meşgul değilsem acil bir durum için beni görmeyi rica etmişti. İyi ki o an müsaittim, çünkü tarihin değilse bile o ilişkinin seyri değişebilirdi.
-Bilgim var Kenan Bey, sizi dinliyorum. Bir sorun var anladığım kadarıyla
-Aldatıyorum ben Sinem’i.
-Anladım. Bugün burada bulunma sebebiniz çift olarak nedir ve sizin şahsi sebebiniz nedir?
-Biz Sinem’in cinsel isteksizliği için geldik size. Ama ben üstüne gitmeyin diye söylemek istedim. Zorlamayın Sinem’i diye.
-Sizin zaten aktif bir cinsel yaşamınız var ve Sinem’in bu yüzden kendisini zorlamasına gerek yok. Doğru mu anlıyorum Kenan Bey?
-Evet üzülüp kendini eksik hissetmesini istemiyorum. O gelmek istedi ama ben onu seviyorum benim için sorun değil onunla yatmak yatmamak.
Sorun buydu aslında. Bir kadının cinsel yaşantısındaki sorunu kendisine zarar vermedikçe önemli bulmuyordu erkek. 
-Sen diyebilir miyim Kenan? Aramızdaki mesafeleri kaldırmaya başlayalım ki daha hızlı yol alalım.
-Tabi tabi sevinirim. Anlıyorsunuz beni değil mi Gökçen Hanım? Çok araştırmış etmiş Sinem, geldik tabi. Nasıl istiyorsa öyle olsun diye. Ama zorlamayın da üzülmesin.
-Kenan, aslında Sinem’in cinsel isteksizliğini hayatında sen olsan da olmasan da çözmek gerekir. O yüzden iyi ki gelmişsiniz. İtirafın sen de öyle olmasını istediğin sürece aramızda kalacak. Fakat sormak durumundayım Sinem’in cinsel isteksizliği seni bunaltınca mı başka biriyle ilişkin başladı, yoksa senin ilişkinin başlamasından sonra mı Sinem’in cinsel isteksizliği başladı?
-Biz Sinem’le evli değiliz de 3 yıldır beraber yaşıyoruz, karım sayılır. Diğer kadını soruyorsanız benim için çok anlamı olan aşık olduğum bir kadın değil. Öyle hani cinsel bir şey. Ama şey yani düşünmemiştim bunu ben galiba hiç. İşte 1 yıldır ilişkimiz var onunla.Sinem de son 8-9 aydır böyle. İstemiyor hiç, memuriyet gibi vazife gibi birlikte oluyoruz.
-Anladım. Yani sizin ilişkiniz Sinem’le yaşayamadıklarınız nedeniyle başlamadı. Sinem’in sıkıntısı sonradan başladı. Peki bunu kendisine söylemeyi düşünüyor musun?
-Yok aman ha Gökçen Hanım! Ben üzülmesin diye üstüne gitmeyin diyorum, siz bunu söyleyecek misiniz diyorsunuz. Ölür bunu duyarsa. Seviyorum ben onu. 
Sinem de gelmişti, odama alındı. Şefkatle öptü sevgilisini, ilgili biri olduğu her hareketinden, bakışından, küçük dokunuşlarından belli oluyordu. Ben kahvelerimizi söylerken Kenan’ın ateşine baktı, fısıltıyla konuştular. Sonra birlikte konuşmaya başladık. Sinem, vajinal kuruluk yaşadığından, daha önce muayene olduğundan fakat fizyolojik bir sorun olmadığından, Kenan’ı çok sevdiği halde cinsel isteğinde elinde olmayan bir azalma olduğundan, eskisi gibi uyarılmadığından bahsetti. Bunları öyle çalışmış gibi anlatıyordu ki, olağanüstü bir kesinlikle, hiç çekinmeden ve zaten gelmeden bazı neden-sonuç ilişkilerini kurmuş gibi, bende anlatmadığı bir şeyler olduğu izlenimini doğurdu. Tam da o an Sinem’le bire bir seans için çok beklememem gerektiğini düşündüm.
İlişkilerinin başlamasından, aynı evde yaşamaya alışma süreçlerinden, aile yapılarından, işlerinden, ilk cinsel ilişkilerinden, evlilikle ilgili fikirlerinden, yatakta hoşlandıkları şeylerden, yakın arkadaşlarından, hobilerinden… aklınıza gelebilecek pek çok şeyden bahsettiğimiz seansların 3.sünü Sinem’le baş başa yapmak istediğimi söylediğimde Kenan’ın yüzünün renginin hızla değiştiğini hatırlıyorum. Gözümle ona sorun olmayacağını işaret edip güvenle rahatlamasını sağladıktan sonra bunun rutin bir şey olduğunu ki gerçekten de tercih ettiğim bir şeydir, anlattım ve bir dahaki randevu için Sinem’le sözleştik.
Sinem sabahın ilk randevusuna gelmişti. Çok neşeliydi, çok fazla neşeli. Sinem’de daima hazırlıklı geldiğini işaret eden şeyler vardı, ifadeler, çalışılmış gibi muntazam cümleler, netlik… Terapiyi ısrarla istemiş biri için fazla sorunsuz görünüyordu. Ya da öyle zannediyordu.
Her şeyi baştan bir de Sinem’in gözünden ve kalbinden dinledikten sonra dedim ki ona;
-Sinemcim içinden geçtiğin süreç geçici olabilir. Çünkü her şeyi eksiksiz anlatıyorsan, duyguların, fikirlerin, içinde bulunduğun durum tam da anlattığın gibiyse ortada bir sorun olduğunu söyleyemeyiz. Sevdiğin adamlasın ve isteksizliğin en başından beri yokmuş. Sonradan gelişmiş. Belli ki geçici bir süreçten geçiyorsun. Sen ne dersin?
Israrla ve çok net bir biçimde:
-Hayır! Durduk yere olamaz ki Gökçen Hanım. Bulalım sebebini, ben Kenan’ı istiyorum.
-Kenan senin, anlayışla yanında. Buraya onunla geliyorsun. Bir hayatı paylaşıyorsunuz. Benim çözebileceğim bir şey yoksa madden ve manen sizi bir yük altına sokmak istemem. Eldeki verilerle pek yol aldığımız söylenemez. Sizinle çalışmaktan çok keyif alıyorum ama artık bir uzman değil de dost olarak ve bu kliniğin odaları dışında karışabilirim aranıza eğer isterseniz.
-Gökçen Hanım hayır! Kenan’ı paylaşıyorum ben, Kenan’la hayatı değil!
Ağlamaya başladı. Şaşırmadım. Bilmemi istemediği ama bilmemi yine de çok istediği bir şey olduğunu biliyor ve onun bu olduğunu rahatlıkla tahmin ediyordum.
Sinem buraya gelirken Kenan’ın bu sorunda kendisinin payı varsa ve isterse fark edebileceğini empoze etmemi ummuştu. Kenan’ın umduğuysa Sinem’i sorunun Kenan’dan ya da kendisinden kaynaklı olmadığına inandırıp onları yeniden mutlu ve tam kılmamdı.
-Kiminle paylaşıyorsun Kenan’ı Sinem? Dilediğin gibi sakinleş, istersen biraz yalnız da bırakabilirim. Tam hazır olduğunda eksiksiz konuşalım. 
-Gökçen Hanım Kenan biriyle birlikte. Kim olduğunu da biliyorum, ucuz bir kadın. Hayatını erkeklere kene gibi yapışarak geçiren seks makinası gibi bir kadın.
-Ve sen de Kenan’a bunu bildiğini belli ederek ya da söyleyerek onu terk etmek zorunda kalmak istemiyorsun. Ya da Kenan’ın hatasını anlamasını ve tamamen sana dönmesini umuyorsun. Hangisi? Ya da hiçbirisi mi?
-Ölse bırakmaz beni. Çok seviyor biliyorum. Ama o kadının bildiklerini, yaptıklarını yapamam ki ben. Ona gitti o yüzden öylesine bir kereliğine belki, ama sonra dönemedi.
-Bunun için kendini suçlamıyorsun değil mi? Deneyimlerimiz kadar biliriz ve içgüdülerimizle de bilgilerimizi geliştiririz, pratiğimizle perçinleriz. Tek başına yapabileceğin şeyler değil. Herkesin yatakta ayrı bir kimliği var ayrıca. Seninki de en az onunki kadar özel. Belki Kenan’a çok hitap etmedi hepsi bu. Suçlu olmadığını bilmelisin.
-İşte ben öğrenince bunu, takip ettim Kenan’ı öyle öğrendim, iyice yapamam ki edemem ki dedim. Kilitlendim kaldım sonra. Eğer Kenan’a ben biliyorum dersem utanır da gider ben terk etmesem de. Gitsin istemiyorum ki ben. Gelsin istiyorum.
-Tamam bu senin bulduğun yol. Yani bildiğini belli edip yüz göz olmak istememeni anlıyorum. Fakat suçlu olmadığını idrak etmen gerekiyor. İhanet eden Kenan ve sen burada gerçekten fedakarlık yapıyor, onu kaybetmemek için sineye çekiyor, bugün bunlara rağmen her şeyi düzeltmek için burada bulunuyorsun. Kenan da düzelsin istiyor ki seninle burada. Öyleyse başarabilirsiniz. Yataktaki birlikteliğinizi günlük yaşantınızın her alanına sarkıtacak ve senin cinsel isteksizliğini yok edecek yollar ararız, buluruz. Kaygılanma. Yeter ki bunları yaparken ikiniz de sonuca odaklanın ve isteyin.
-Çok istiyorum Gökçen Hanım. Kenan da istiyor ki buradayız. Ne derseniz yaparım. Çünkü bu gidişle hepten kopacak benden.
Kenan’la ilgili düşüncelerim Sinem’inkine çok yakındı. Bir yanda sevdiği kadın, bir yanda yatakta onu delirten bir kadın vardı. Üstelik sevdiği kadının cinsel performansı giderek düşüyordu ve Kenan bunda diğer kadının rolü olduğunu bilmiyordu.
Bana düşen her iki tarafın da sırrını saklamak ve bunun doğrultusunda bir çözüm bulmaktı. Sanırım en iyisi de Sinem’i bu durumda suçsuz olduğuna inandırmak, yatakta daha cüretkar olup Kenan’ı şaşırtmasını sağlamak ve Kenan’ı da kendisini seven ve kendisinin de sevdiği bir kadınla seks yapmanın her zaman daha anlamlı olduğu konusunda ikna etmekti. Zihnin buna ikna olması, bedeni de buna ikna edecekti. 
Ve gerçekten uzun süren seanslar sonucunda Sinem’le Kenan aralarındaki sırrı unutmasalar da derinlere gömdüler. Yurtdışında olmam nedeniyle nikah şahitliklerini yapamadım belki ama nikahtan hemen önce teknolojinin nimetlerinden faydalanıp 3G ile birkaç güzel söz ettim. ‘Size bir 3. lazım, çalışmalara başlayın da doğurtayım’ demeyi de ihmal etmedim. 
Ve evet yeri gelmişken ekleyeyim, mesleğimin ve yetkinliklerimin en güzel yanlarından biri de çözdüğüm sorunların meyvelerini ilk defa eline alan olabilmem.  Terapisini üstlendiğim çiftlerin pek çoğunun bebeklerinin dünyaya gelmesine aracılık ettim. Şükürler olsun böyle güzel bir vesileyle ilişkide ve evlilikte 3. kişi olma şansı veren hayatıma!  
Çok değil 2 hafta önce kutlamıştık emeğin ve emekçinin bayramını. 
Ve çok değil 365 gün önce bundan sonraki bayramlara gölge düşüverdi bazı evlerde. 
Acımız öyle büyük ki sözcüklerin en son ne zaman bu kadar kifayetsiz kaldığını anımsamakta güçlük çekiyorum.
İnsan hayatının her şeyin üzerinde olduğu günleri görebilecek miyim diyorum kendi kendime. 
Ben göremezsem çocuklarım görür mü acaba? 
Çocuklarım da benimle aynı kaygılar içinde mi yaşayacak diyorum. 
Biz diyorum, daha ne kadar acıyla yüzleşecek ve daha ne kadar emin olamayacağız her şeyin olması gerektiği gibi olduğundan… 
Huzursuzlanıyorum. 

Bir amcaya uzatıyorlar mikrofonu, oğlum damadım hepsi orada, hepsi gitti diyor. Bir teyzeye uzatıyorlar mikrofonu, oğlum, kocam, damadım, yeğenlerim hepsi içerde diyor. Aynı evde kim bilir kaç defa sönüyor zaten zor tüten ocak… 

Onlarca evlat, onlarca baba, onlarca eş, onlarca yeğen, onlarca kardeş, onlarca dost, onlarca can gitti… 
Evine ekmek götürebilmek uğruna alnına kara çalanların en temiz olduğu yerde, bir maden ocağında söndü umutlar. Umutlu bir bekleyiş yavaşça umudunu yitirdi. O ekmek, o evlere götürülemedi. O evler, o ekmeği getirenle şenlenemedi. İçim acıyor. 

Kömür karası günler içindeyiz. 
Herkesin harcı olmayan bir işin hiç kimsenin hak etmediği sonunu izledik hep beraber. 
Dualarımız göğe yükseldi ve çok şükür kimi canlarda buldu yerini. 
Işık, yerin yüzlerce metre altında akıtılan terde kaldı ve onların o öpülesi kapkara ellerinde… 

Bugün içimden gelmese de bunların neden yaşandığını konuşmak, şimdi en büyük dileğim, varsa bir ihmal, onun tüm sorumlularıyla birlikte gün yüzüne çıkarılması ve  gereğinin yapılmasıdır. 
Yitip giden o kıymetli canların geride bıraktığı her kim varsa, lütfeder gibi değil bizim helal ettiğimiz vergilerimizle bakılmasıdır onlara, gözümüz gibi. 
Kalanlara sabır ve metanet, gidenlere rahmet dilemek kalıyor geriye. 
Binlerce defa yakarır gibi…
Kömür karası günler içindeyiz. 
İçimizde bir yangının karası isi… 
İçimizde bir madencinin alnından yükselen ışığın gölgesi… 
Ruhları şad, mekanları cennet olsun.
Sayısız aşk şiiri içinden, sayısız örnek vermek mümkünken bugün, az bilinen bir tanesi geçiveriyor aklımdan. 
Ah Muhsin Ünlü’den geliyor;
 “Ayakkabılarını kapımın önünde görmeyi istiyorum!
Çünkü bu,
Seni seviyorumun içine nal salmak demektir.."
Tüm sevdalılara gelsin istiyorum, gizlice, yer bitirirce, nefessiz tepinirce, adeta dilenirce sevenlere gelsin.
Onu düşünürken tırnağını yiyenlere gelsin, tavanlara göz ucuyla türlü resim çizenlere, duvarlara konuşmaktan dili damağı kuruyanlara.
Hayale dalıp çayını soğutanlara, gözünü gözünden ayıramayanlara, neyi neden yaptığını unutanlara gelsin.
Her satırı üç kere okumak zorunda kalanlara, anılara gömülüp çıkamayanlara, can yanmasını zevk sayanlara gelsin.

Sevgililer Günü bugün…  

Bu şiir sevdiğinden uzakta olan ve bir yapım eki dahi alamamışlara gelsin. Şaşıracaksınız, şaşırmayın;  yapım eki önemli.

Şekerli sözcüğünün kökünü kolayca bulmuştuk okulda. Yapım ekinin şekeri aniden şekerli yapıvermesi hiç de yabancı değildi. Bir sözcüğün yanına, tek başına pek de anlam ifade etmeyen bir ek getirince ‘var’lık ifade ediyordu çabucak, sahip olmayı anlatıveriyordu gizlice, ortaya çıkan yepyeni sözcük. Kim bilir diyorum; öyledir ‘sevgili’ de. Hadi ihtimalleri atalım aradan, eminim öyle. Var olmanın, sahip olmanın en büyüleyici türemiş sözcüğüdür sevgili. Oysa kolay değildir diğerleri gibi. Sevgiden sevgiliye giden yolda kim bilir ne ömürler tükendi…

Gel demek kolay olmadı hiçbir zaman ve gidenler hasreti hasrete ekledi. Tutulamayan her el, öpülemeyen her dudak, sarılamayan her bel, ağırlık oldu yapım eksiz sevgilerin üstünde. İstekli bir hamallıktan dışarı sızan zahmetle… Sevmek, kolay olmadı hiçbir zaman. Ve tabi sevgililik de.
Kapınızın önünde görmeyi istediğiniz ayakkabılar, sizden uzaklaşan ayakları kucakladılar. Ve kimi zaman, şeytandan acımasız,  vedadan acizdiler. ‘Seni seviyorum’daki harfler, önce biraz sürünüp tali yollara gömüldüler.

Ölen aşklara selam olsun!

Gülen aşklara, büyüyen, büyüten, deliren ve delirten aşklara selam olsun! Öğreten aşklara, defalarca!
Ve bugün, bugün en çok da şanslı aşklara selam olsun!

Yar kokusunda devleşen ve nefes yakınlığında ‘biz’leşen aşklara selam olsun!
Tek bir anı için feda etmeye hazır olduğunuz yıllar kırgın değil size. Onun yüzünü bir an daha görebilmek uğruna yüz çevirdiğiniz yüzler kırgın değil. Tarafınızdan unutulan kendiniz, bir köşeye atılan diğer derdiniz, üzülmeyin hayır kırgın değiller size.

Yeri gelmişken; fedakar ve şuursuz aşklara selam olsun!

Ve bugün… 
Sevdiğiyle aynı yastığa baş koyanlara kutlu olsun!  

Sevdiğinin ayakkabısını kapısında görenlere, terini terine karıştırıp canını canına katıştıranlara, mutluluktan öleceğini sanıp yeniden doğanlara… Sonsuz kere kutlu olsun! Sevgililik bir ‘yapım’ meselesi; yapanlara kutlu olsun!
Bugün Sevgililer Günü… Yılın geri kalan 364 günü, bugünle birlikte, gerçekten sevenlere kutlu olsun!

‘Yap’ın ki olsun.




Genellemelerden bahsetmeyince gülümsetmek zor oluyor diye, sığınıyoruz elbet. 
Gülmek her eve, her cinse lazım. 
Alın size yine bir minik genelleme; yıllarca giyimine kuşamına, haline tavrına aşık olduğunuz, bakmalara sevmelere doyamadığınız o adam, evlenince donlarını size aldıracak. 
Don deyince gücünüzü gittiyse boxer diyerek durumu hafifleştirmiş gibi yapıp aslında hiç değiştirmeyebilirim tabi. 
Erkeğin alış-verişi ne aldıysa kadına vermekten ibaret desek yeridir. 
Onun soruları bellidir; düğünde ceket giymese olur mu, gömlek yerine tişört olsa n’olur ki, misafir gelince niye eşofmanlar çıkarılır,  aynı elbiseden sende 3 tane daha yok muydu, bu ne işe yarayacak ki, bardağımız yok mu niye alıyoruz bunları, e bunların hepsi aynı değil mi? 
Bu dahiyane fikirlerini paylaşınca bir de takdir beklemezler mi ‘ bravo sevgilim bunu çok iyi düşündün!’  
Eğer alışveriş kadının uzmanlık alanı olmasaydı koskoca Murat Boz’u eski sevgilisi Eliz Sakuçoğlu giydirmezdi.

Evet içinizi eriten bir örnek verdiğime göre İsmail YK’dan bahsetmeme gerek kalmadı, onun alışverişte bir kadından fikir almadığı son derece açık, sizce de öyle değil mi?
‘Bilmem nere indirime girdi, sabah kapılar açılır açılmaz gidip talan edelim’ diyen erkek kıyamet alametidir, bunu da böyle bilin.

Erkeğin ucuzluğunu beklemiyormuş gibi yapıp aslında çılgınlar gibi arzuyla beklediği belki de tek şey kadın ve onun ‘alış-veriş’i. 
Detaylara girip konuyu dağıtmak istemem ama alanın ve verenin memnun olduğu bütün hallerde maliyenin yine de bir yerlerde izlemede olduğunu tüm tüketici erkekler bilmeli. 
Önce fiş, sonra alışveriş dedikleri ve o fişlerin size yol su elektrik fatura olarak dönüşleri, düşündüğünüz kadar iç açıcı olmayabilir.
İlle de alıp verecekseniz salona bir de konforlu kanepe ekleyin, yalnız geçecek geceleriniz için. Canınızı sıkmak istemeyiz ama gerçeklerle yüzleşmenizden zevk aldığımız da asrın gerçeği.
Tüketin erkekler, tüketin kadınlar, tüketim toplumu, tüketin toplumu! Uzayda hayat bile satılır oldu. Aman sürekli tüketin toplumu, tüketim toplumu, geriye bir şey kalmasın, geriye bir şey bırakmayın. 

Tabi ya, dünya kimseye lazım değil.
Herkes hayatında en az bir defa ya ünlü olmayı ya da ünlü birinin sevdiği, sevgilisi, eşi olmayı hayal etmiştir. Ünlü olmayı geçtim, ünlü birinin partneri olma kısmı gerçekten üzerine konuşulacak mevzu. Ünlü&ünlü ilişkisi zamansızlık ve çakışma sorunu nedeniyle zor ama ünlü&ünsüz ilişkisi ünsüz açısından pek çok açıdan zor. 3-5 gün havasını atıp sonraki günler havasını alan çok.  Hayranlar, düzensiz yaşam, gece hayatı, çalışma arkadaşları, turneler, yeni insanlar, basın ve daha neler neler… Kolay değil, evet herkesin harcı değil ama imkansız da değil. Önemli olan her durumda olduğu gibi bu durumda da ilişkinin temeli. Unvanlardan önce kişisel niteliklere dayanarak başlayan her ilişki biraz özveriyle sürebilir ve böylelikle kimse bir gökdelenin tepesine çıkarılıp ordan atılmış gibi hissetmez. Ve burda kastım ‘istediğimi istediğim sürece alırım’a kapılmayan ünlünün ve ‘ünlüyse alır ünlü olurum’a kapılmayan ünsüzün önemi. Bu işler önemli.

*Cinsiyet değişimini mi tartışacağız? Olur tartışalım. Ama ondan önce doktor-hasta gizliliği nedir, neden önemlidir, ihlali ne kadar can sıkıcıdır onu tartışalım. Ya da vazgeçtim, o tartışmaya açık bir konu olamayacak kadar mutlak bir doğru ve gereklilik. Cinsiyet değişimine gelince, birilerinin hakkında atıp tutacağı ve başka birini yargılayacağı kadar keyfi bir konu değil. Kimsenin artı ya da eksi santimleri kimseyi ilgilendirmiyordur ve hiçbir çıkıntı bir başkasında yıkımlara ya da yeniden doğuşlara neden olmuyordur eminim. Tabi kişinin kendisinden başka. Toplumun olanca baskısına rağmen alınan bu zor kararı, heyet tarafından onaylanarak hayata geçirilen bu büyük operasyonu ve yıpratıcı olabilen bu meşakkatli süreci diline dolayanlara bakıyorum da büyük bir ‘neyse’ diyesim geliyor. Ha bir de bırakın herkes ‘her ne ise’ o olsun. Zor mu? Değil.

*Kendisinden yaşça genç kadınla evlenen erkeğin kalbinin bu ateşli sevişmelere dayanmayacağı söylenir durur. Şehir efsanesi mi bilimsel gerçek mi derseniz; normalin üzerinde efor ya da destek alma amaçlı kullanılan birtakım ilaçlar, bünyeyi zorlayabilir ama genç bir tenin teri pekala ilaç da olabilir. Yalnız siz siz olun genç eşle yaşıyorsanız sağlığınıza dikkat edin. Hiç ilgisi olmasa da geçireceğiniz her kriz dedikoduları da beraberinde getirecektir. Peki önemsemeli misiniz? Asla! ‘Derler’in cinsel performansınızı da, duygusal paylaşımlarınızı da sekteye uğratmasına izin vermeyin. Belki de yaşıtlarıyla bile dilediğince sevişemeyenlerin attığı çamurdur, belli mi olur! Unutmayın sevişmek sevmekten gelir.

*Ünlülerin çocuklarına magazinde ‘x bebek’ ‘y bebek’ diyorlar bilirsiniz. Oysa bu bizim işimizdir, künyelerine öyle yazar, onları öyle çağırırız. Düpedüz rol çalıyorlar. Peki büyüdüklerinde çocuk olmaya terfi etmelerine bile güçlükle izin verilen bu bebekler, hayata 1-0 galip mi başlıyorlar, 1-0 mağluplar mı yoksa? Üzerine düşünün durun, içinden çıkmak zor. Maddi imkanları, manevi rolleri itibariyle son derece avantajlı görünseler de aynı zamanda bizim ulaşamadığımız yerlere koyulamıyorlar. İsteyen diline doluyor, isteyen ardını kolluyor. Sıradan çocuklar gibi hatalar yapamıyorlar, sıradan çocuklar 3 gün onlar en az 13 gün konuşuluyor. Aşırılıkları yaşlarına verilmiyor, anne ve babalarının unvanıyla daha da büyütülüyor. Kilolarından dolayı haber oluyorlar, ilk aşkları didikleniyor, kavgaları asayiş olayı gibi yansıtılıyor. İyileşmeleri güçleşiyor, hatalarından ders almaları zorlaştırılıyor. Çünkü hırslanıyorlar, agresifleşiyorlar, sakinleşmeleri zor oluyor. Kusursuz olma sevdasına düşürüyoruz onları, çocuk olduklarını unutuyoruz. Kimin çocuğu olduklarıyla daha çok ilgileniyoruz, çocuk olduklarından. Oysa en az diğerleri kadar bizim çocuklarımızlar. Arada hatırlasak bari.

*İstenmeyen gelin sendromu yaşayan manken bolluğu var ülkemizde. Varlıklı ailelerin çocukları  oğullarını uzak tutmaya gayret ediyorlar bu uzun bacaklı güzel genç kadınlardan. Ve maalesef bu oğullar, bir sonun olmadığını bile bile umut vermiyor adeta dağıtıyorlar her fırsatta gelinlik modeli bakan bu güzelliği akla zarar genç kadınlara. Neden mi? Çok boyutu var elbette. Belki ailelerinin rızası her şeyin önünde geldiği fakat buna rağmen bir süre için duygularına yenildiklerinden. Belki de rest çekip ailelerinden vazgeçseler o genç kadınların yanlarında kalmayacağından emin olduklarından. Aahh ne yaman ilişki! Her iki tarafı da anlayabiliyorum fakat gönül istiyor ki bir gün de istenmeyen zengin damat sendromu yaşansın ve biz tanıklık edelim. Sonuçta onların da önemli bir kısmı kısa boylu ve o genç kızların yanında ‘yıldıza denk gelmiş meteor taşı’ gibi duruyorlar. Şaka bir yana, mutluluğun bir kriteri yok, kiminle mutluysanız onun için savaşın diyelim onlara.




‘Zor olanı seviyor insan her defa', ‘çok sevdiğimden değil zor sevdiğimden', ‘en güzel aşk zor olanmış'...
Bu böyle sürer gider. Şarkılar insanların zora olan aşkını anlatadursun, bir yerden sonra 'zor' o kadar da sevilesi değil tabi. Ve ‘zorluk' ‘zor'dan gelir, insana varır.
Yıpratan, bezdiren, umutsuzlaştıran bir zoru kim ne kadar sevebilir ki...
Türlü türlü zor varsa, onları kolay kılmak için de türlü türlü yol var. Her şeyin zoru kolay da yatak odasının zoru çok zor.
Kadın hazırlanırken sürekli saatine bakan ve acele eden, ettiren erkek, yatakta da aynı aceleciliği istem dışı sürdürüyorsa, sonuç kadını mutsuz ederken erkeği de utandırıp hezeyandan hezeyana sürüklüyor.
Kadın ‘erken öten horozun başını kesme'ye kıyamıyor da horozun intihar edesi geliyor. Oysa 21. Yüzyılda neredeyse hiçbir şey çözümsüz değil. Önceden cinsel sorunlarını başkalarına asla açamayan, konuşamayan erkekler şimdi çok daha cesur.
Aylar önce bir haber kuşağında, kliniğime cinsel terapi için gelen erkek hastalarımın varlığı, erkek sunucunun ağzını açık bırakmış ve kendisini manşetlere taşımıştı.
Bana ise sevinmek düşmüştü, çünkü manşet olan ‘erkek hastalarımın varlığı' değil ‘erkek hastalarımın varlığına şaşıran erkek' olmuştu. İlerleme diye buna derim ben işte. Her sorun gibi erkeğin cinsel sorunu da bilimde karşılığını ve çözümünü buluyor. Yüzleşmek, uzmanına aktarmak ve çözmek istemek yeterli oluyor.
Yani bilinenin aksine erkeğin cesareti, harikalıkla değil ‘eh işte'likle başlıyor.
Çift görmek alkollüyken tehlikeli sonuçlar doğurabiliyor ama berrak bir zihinde ve özellikle cinsel sorunlarda ‘çift görmek' sorunu kat be kat kolay çözülür kılıyor.
Kadınlar, erkeklerinizin yanında olun, onlara her şeyin en iyisini yapmak zorunda olmadıklarını ama sizin ve uzman olarak bizim yardımımızı alırlarsa çok daha iyisini yapabileceklerini hatırlatın, hissettirin, ödeviniz bu. Şimdi aynı yatağa 100 defa ‘seni seviyorum' yazın. Terinizle.
Ahh biz zavallı kadınlar, zorluk mu düşecek başa, mutlaka ki en zoru düşer.
Vajinismus, son yıllarda varlığını çok daha fazla insanın duyduğu ama aslında eskiden beri var olan bir sorun. Kadının kendi isteği ve eşinin girişimi de olsa cinsel birleşme yaşayamaması.
Kasların buna set çekmesi, engel olması, duvar örmesi.
Vajinismusun çaresi biz cinsel terapistlerde. Çeşitli terapi ve bilimsel pratiklerle aşabildiğimiz bu sorun kadının korkulu rüyası, erkeğinse arka çıkış kapısı. Evet bildiniz sabırsız, anlayışsız erkeğin, kadınından kaçıp başka kadına sığınmasında rol oynayan arka kapı.
Kadının bu son derece üzücü sorunu nedeniyle biten, aileler tarafından zorla bitirilen evlilikler ve hatta cehaletin getirdiği cinsel şiddet, sıklıkla karşılaştığımız sorunlardan.
Bizim kapımızı çalmadan arka kapıdan kaçmaya çalışan erkekler, bu sözüm de size; iyi günde kötü günde derken siz kötü günü ‘karnıyarığın fazla tuzlu olduğu gün'mü sanmıştınız!
Yatakta karşılaşılan hemen her sorun, dünyanın, ülkenin, şehrin, semtin ve hatta sizi rahatlatacaksa apartmanın bir başka yerinde bir başkasının daha başına geliyor, yalnız değilsiniz.
Ama yalnız değilsiniz diye gevşemeyin, sorunlarınızın çözümü için gerekenleri yapın. Birlikte olun, birlik olun ve ‘hep destek tam destek' ilkesinden şaşmayın.
Evliliklerin temelinde önemli yer tutan cinsel ilişki, ikinizi aşar ‘hiç'e ya da ‘çok'a yaklaşırsa, araya uzun zamanlar ya da başka insanlar girerse çözümler de o kadar uzaklaşır, istek o kadar azalır, bağ o derece zayıflar. İzin vermeyin.
Cinsel sorunlar zordur, bir başkasının anlayamayacağı kadar zor. Ve zor yatakta olursa yalnızca bir süre sevilir. Eninde sonunda kolayın peşinde koşmak gerekir. Yatak sizin kaleniz, durmayın zaptedin!

Bahar aylarının gelişiyle gevşeyen gönül yayları, yaz aylarına girildiğinde başbaşa tatil kararıyla birden bire geriliverir. Kabul edelim ki sevgiliyle tatil, en yakın arkadaşla tatile benzemez. Valiz hazırlamak her daim zordur, hele de tatil sevgiliyleyse daha da zordur. Her gün süslenip püslenerek yanına gittiğiniz sevgili, bu defa sabah gözünüzü açar açmaz karşınızda belirecektir ve aman Allah’ım siz makyajsızsınızdır! Çamaşır suyu lekeli eşofmanınızı evde bırakmanın zamanı gelmiş, havuz kenarında göbeği içeri çekme derdine son vermek için daha az yeme gerekliliği doğmuştur bile. Istakoza dönüşmeden yanmak ve gülünç olmamak gerekir, sıkıcılıktan uzak olmak ve eğlenceli bulunmak gerekir.  Bütün bunları hallettiniz diyelim ki özellikle kadınların elinden kurtulacak bir hazırsızlık hali yoktur, elbet halledilir, bir de ‘insanı tatilde tanımak’ durumu vardır ki işte onu da benden dinleyin.

Sevgilinizle gittiğiniz tatilde karşılaşacağınız en genel sorun ikinizin tatilden ne anladığınızdır. Eğer tatil sizin için havuz, deniz kenarında yağlanıp yatmaksa, sevgiliniz bütün su sporlarını sırayla yapmaya, yerinde bir an bile oturmamaya meylediyorsa koptunuz demektir. Bu ikinizin tatili, asla yalnızca birinizin istediği gibi olmamalı. Her alanda özlemini duyduğumuz demokrasiyi aşkınızda yaratmak için uygun bir zamandasınız demektir. Siz onun için hiç beceremediğiniz plaj voleybolunda çabanızla kendinizi eğlendirin, yeteneksizliğinize rağmen ona eşlik etmeniz sempatik dahi olabilir. O da bir zahmet sırtınızı yağlayıversin ve dönsün yüzünü size güneşlenirken, tatlı tatlı sohbet edin. Tatillerde çiftlerin ayrılma hatta evli çiftlerin boşanma noktasına geldiği bile oluyor, siz paylaşımlarınızda demokratik bir ortalama tutturarak bu riski ortadan kaldırabilirsiniz.

Tatil, aslında sevgilinizi bütün hallerinizle etkileme şansınızın olduğu bir dönem. İstediğinizde ne kadar sakin, huzur verici, istediğinizde ne kadar eğlenceli olabileceğinizi hissettirmek için de, çeşit çeşit ve türlü rahatlıklarda kıyafetlerinizle farklı hallerde de güzel görünebileceğinizi göstermek için de eşsiz bir fırsat. Hem kadın, hem erkek partnerine ‘huzur, aşk ve tutku’ dolu günler yaşatabilirse ne ala, tatilleriniz artarak devam edecektir, emin olun.  Sizi kimsenin tanımadığı bu yerlerde sevgilinize temas etmeyi, gün içinde küçük öpücüklerle sevginizi göstermeyi ve kimseye aldırış etmeden el ele çocuklar gibi şen olmayı da unutmayın tabi.

Gündüzleriniz ama güneşlenerek, ama yürüyüş yaparak, ama tavla oynayarak, ama kitap okuyarak bir şekilde geçer. Birbirinizin zevklerine ortak olarak gülünç anlarınızı birer güzel anıya ve birbirinizi şahane birer tatil arkadaşına dönüştürebilirsiniz. Ya geceleri? İşte o zaman valizin en renkli kısmı ortaya dökülüversin!  Tatil için aldığınız çeşitli renk ve desenlerde, etkileyici ama doğal bikini ve mayolarınızdan daha önemlisi, geceler için seçtiğiniz özel iç çamaşırlarınız değil de nedir! Istakoz gibi yanmayın demiştim, tek nedeni kötü görünmek değil elbette. Ten tene değecek ya canınız çok yanar, bilirsiniz. Tatil yerleri yıldızların elinizi uzatsanız değebileceğiniz kadar yakın göründüğü yerlerdir genelde, hava açıktır, cırcır böceklerinin ve dalgaların sesi gerekli romantizmi sağlamaya yeter çoğu zaman. Size kalan yalnızca etkileyici görünmek ve onu arzuladığınızı hissettirmektir. Kısa bir süre giyeceğiniz iç çamaşırlarınız tatilin rahatlığıyla sizin çekiciliğinizi bir araya getiren parçalar olursa tadınızdan yenmezsiniz. Neon renklerin seçimi, bronz teninizi işaret eder diye düşünüyorum, bu da küçük bir tüyo. Ayrıca ilişkisinde fantastik deneyimler isteyenler için de deneme fırsatlarının en yaldızlısıdır tatil. Çünkü sorumlulukların uzakta kaldığı, ailelerin bir süreliğine geride bırakıldığı, özel olarak hazırlanmış yataklarda, bir süreliğine yalnızca size ait olan bir dünyada her şeyin en özelini ve en hesapsızını yaşamanız son derece uygundur. Günün yorgunluğunu sevişerek atmaktan ve yeni bir yorgunluk boyutuna böyle geçmekten ne zarar gelir…

En önemli ayrıntı elbette sağlığınızla ilgili. Tatil günlerinize denk gelen regl kabusunuz oluyor, biliyorum. Fakat bunu düzenlemek ve tatili rahat geçirmek istiyorsanız alacağınız önlemlerini doktorunuza danışmanız şart. Kulaktan dolma bilgilerle, sağlık açısından bir tehdit oluşturup oluşturmadığınız bilmediğiniz herhangi bir yöntemi denemeyin olur mu? Biz doktorlar size her şeyin olduğu gibi tatilin de en güzelini sunabiliriz. En sağlıklı yöntemi, düzenli jinekolojik muayenelerinizi yaptırdığınız – yaptırıyorsunuz, ihmal etmiyorsunuz öyle değil mi- doktorunuz size söyleyecektir.

Hayatı paylaşmanın küçük ve renkli bir provasıdır baş başa tatil. İşin özeti, tatilde aşk başkadır, tatil aşkla başkadır!
Op.Dr. Gökçen ERDOĞAN. Blogger tarafından desteklenmektedir.