En son ne zaman kendimizden başka bir şeye odaklanabildik layığınca? Sınırsız, hesapsız, analizsiz ve çıkarsız. Sebepsiz en çok da.

En son ne zaman biri için bir şey yaptınız? Karşılığını beklemeden ama. Kaz gelip gelmeyeceğini hesaplamadan verdiğiniz bir tavuk oldu mu? Yoksa siz, hayattaki en büyük şanssızlığı, Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olanlardan mısınız? Atalarımıza minnettar hissediyorum bazen. Maddeye dair kaygılarımızı ne de güzel anlatmışlar ve bence bir parça da alay etmişler bizle. Kaybettiklerimizi yanlış yerde aramamızla, kazançlarımızı yalnızca ölçülebilir olanlardan saymamızla apaçık eğlenmişler. Belki biraz da hayalkırıklığıyla. Biraz da öngörü ha? Evet bence öyle biraz da. Bizim insana değil, hisse değil, paylaşmaya değil, maddeye ve hesaplarımıza tapacağımızı görmüşler. Hatır için yapacaklarımız belli ki az gelmiş gözlerine. Haklı çıktılar, bağışlasınlar.

Nedensiz yere hediye aldınız mı siz hiç sevdiğiniz birine? Sevgililer Günü değilken mesela, Anneler Günü ya da doğum günü değilken. Sizden hiç beklemediği bir anda. Gözündeki ışıltıyı, yüzüne aniden yerleşip yavaşça yayılan gülümsemeyi izlediniz mi? Bir insanın eksiğini tamamlamakla olanını fazla etmek arasındaki farka takılmadan, yalnızca ona layık gördüğünüz onun olsun diye. Bunu yapıp mutlu sonlu bir film gibi izlediniz mi hareketlerini? İzleseydiniz belki birkaç yıl daha eklenirdi ömrünüze.

En büyük deneyimlerinde yanında olmayı seçtiniz mi birinin? Ne zaman yanınızdaydı hesaplamadan ya da geçmiş yaşamınızdaki yalnız anlarınızı birer anıt gibi karşınıza koymadan. Yalnızca istediğiniz için. Yalnızca bölüşmek istediğiniz, anılarında yer etmek, yanında olduğunuzu bilerek heyecanını, üzüntüsünü, sevincini, güven duygusuna serilip karşılasın diye. Eğer yaparsanız göreceksiniz ki vazife bilip yaptıklarınızdan kıymetli gelir kalbin ayaklarıyla elleriyle yaptıklarınız, hem ona hem size.

Bakmayın siz kişisel öğretilerin hep sizi odak aldığına. Yalnız değilsiniz siz, kalbi yetmediği için dalağı, midesiyle seven, eli yanında başka eli, omzu başka omzu arayan, sevmekten beslenen insanlarsınız, insanlarız, birimiz de hepimiz gibi. Sevdikleriniz taşıyor gönlünüzü hatırlara, meydan okuduğunuz yıllar yine onunla. Ve yalnızca sevilmekle mutlu olmaz insan, bir de sevmek var, kendi kabına bile sığmayan.

Sevin, adım atın, fedakarlık yapın, karşılık beklemeden doldurun küpünüzü onun sevgisiyle. Servet, içinden geleni yapanlardadır en çok, küçük hesaplardan sıyrılabilen, büyük hatırlar yaşayabilenlerdedir.

En son ne zaman kendinizi bölüştünüz biriyle, bütün bu kişisel öğretilerin dayattığı 'ben'e biraz mola verip? Hatırlayamadığınız kadar uzak bir geçmişte ise; bilin ki henüz atmadınız ağırlıklarınızı ve henüz tamamlamadınız hayatta yaşayabileceğiniz en güzel deneyimleri.
Bırakın gazeteyi kenara, durduk yere 'seviyorum', 'özledim', 'değerlisin' 'nasılsın' deyin sevdiğiniz birini arayıp. Bir de benden selam söyleyin.


“ ‘Çok sev beni’ dedi kadın, ‘çok seviyorum’ dedi adam. Sonrası çok sevmekti işte. Ne bir eksik ne bir fazla. Ne adama arttı, ne kadına yetti. ”
Kadının sevilme isteğiyle erkeğin sevme isteğinde denge tutturmak büyük mesele. Tek taşla taçlandırılmış bir evlilik teklifinden sonra erkeği için ‘tek taş’ kalmaya  direnen kadının sıkıntısı devasa. Yalnızca ihtiyaçları tedarik etmek ve sunmakla yükümlüymüş gibi hisseden erkeğin ‘daha önemli olma’ isteği de öyle keza.

Flört döneminden başlayarak, sosyo ekonomik şartları uyarınca muhallebicideki ilk buluşma da suşicideki ilk yemek de, gece kulübündeki ilk dans da benzer özellikler gösteriyor, biliyor muydunuz? 

Pahalı stilettolarına imrenerek baktığınız kadının erkeği de evlendikten sonra ‘yaa annenlere gitmesek olmaz mı?’ diyecek ilk ağızda. Size nazaran çok daha yakışıklı olan ve son model arabasıyla görünce yerinde olmak istediğiniz adamın kadını da ‘sen önceden bana daha düşkündün’ diye haykırıp ağlayacak arada.

Kadın olmakla erkek olmak arasındaki farklar sayamayacağım kadar çok da en büyük benzerlikten özel olarak bahsedebilirim size aslında. Aşk! Aşka susamak! 

Size orta halli bir ailenin zihnimdeki bir akşamını anlatacağım şimdi. Siz kaloriferin yerine şömine, meyve tabağının yerine çikolata fondü, ev zor ısınıyorsa battaniyenin yerine daha kalın bir yorgan koyabilirsiniz.
Yemekleri hazır ettiniz, duşunuzu aldınız, e tabi gitsin yemek kokusu, gelsin bahar çiçekleri teninize. Sofrayı kurdunuz, en sevdiği yemekler kocanızın ağzına layık. Işığı kıstınız ve karşıladınız kapıda. Sarıldınız, öptünüz, sıcacık hoş geldin dediniz. Gülümseyerek ve size sarılarak girdi içeriye.

Gününün nasıl geçtiğini sordunuz ve aldınız karşılığını. Duşa girdi sonra. Günün yorgunluğu banyoda kaladursun masada beklediniz onu. Çıkınca geldi eğilip öptü sizi. Başladınız servise. Karşılıklı bakarak birbirinize, televizyon sesi olmadan, belki bir Müzeyyen Senar sesi eşliğinde hafiften, yediniz yemeğinizi.

El çabukluğuyla birlikte topladığınız sofradan geriye Türk kahvesinin beklentisi kaldı. Ellerinizi öperek teşekkür etti. Kahveleri de yapıp geliverdiniz koltuğa yanına, günü konuştunuz biraz, gülüştünüz kimi zaman sinirden. Sürekli dokunarak ve gerçekten dinleyerek. En sevdiğiniz dizi var bugün tvde ya da sinemadayken izleyemediğiniz o filmin ilk gösterimi. Kahve içerken yaz tatilinde bütçenize uygun neler yapabileceğinizi danıştı size, heveslendiniz birlikte. Ne diyor Sezen; ‘bakarsınız umduğunuzdan iyi geçer yaz.’
Kahve keyfinden sonra mısır patlatmak da ona kalsın bari. Ya da bir film koydunuz dvd setine. Mısırınız hazır, yanında çaylarınız, meşrubatlarınız. Yan yana yayıldınız ve örttünüz üstünüzü ekoseli battaniyenizle. Başladı film, sokuldunuz daha da.

Filmi izlerken uyuyakalacak yorgunluktan biliyorsunuz ve siz sabah işe gitmeden erken kalktığınız, akşam koştura koştura gelip hazırlık yaptığınız için iç geçmeleri yaşayacaksınız evet, ama birbirinizden geçmeyeceksiniz işte. Vazgeçmeyeceksiniz.Bütün kadınların hayalidir ya bu sahne, erkeklerin de öyledir işte. Haklısınız, erkekler bunu hayal ettiklerini bilmezler ama bunun hayal edilmiş ve hayata geçirilmiş olmasını severler belki de. Çünkü sevmenin ilgiyle bir ilgisi olmalı. 

Her gün olacak şey değil ya, arada olsa fena olmaz hani. Bazı günler sevmediği yemekler de yiyecek ve salatasız oturulacak sofraya. Bazı günler film izlemek şöyle dursun futbol maçı için tartışılacak. Bazı günler vakitsiz yapılan temizlik huzur kaçıracak. Bazı sabahlar kahvaltısız gidilecek işe. Ama arada da her şey böyle harika olacak. Siz oldurursanız her şey harikaya yakın olacak. Dokunacaksınız, söyleşeceksiniz, umrumdasın diyeceksiniz, sevdiği şeyleri bileceksiniz, heveslendirecek şeylerden söz edeceksiniz, öveceksiniz, öpeceksiniz. O sizin eşiniz! 
Erkek de olsa ‘eş’, kadın da olsa ‘eş’. Buna hiç dikkat etmiş miydiniz? Eşler sevilmek ister, her eş başka türlü sevilir ama her eş sevilmeyi sever, bilirsiniz. 

Aşk iyi şey, güzel şey. 
Sevenler kavuşsa dünya daima daha iyi bir yer. 
Ama ben bugün başka bir şeyden bahsedeceğim, birbirine yoldaş olmaktan. 
Arkadaşlarımdan, dostlarımdan!

Yepyeni bir heyecan başımdayken, ikinci kitabım basımdan yeni çıkmış, kokusu hala burnumdayken. Neden mi şimdi? Hani bir bebek gelir ya dünyaya, o daha karnınızdayken nazınızı çeken ailenize, evhamlarınızı yok etmek için elinden geleni yapan arkadaşlarınıza, sizinle uyuyan ve uyanan eşinize, ‘ben buradayım’ diyenlere, ‘üstesinden gelirsin’ diyenlere, gerektiğinde kaşlarını çatanlara, elinizden tutanlara, size bir bebek fikrini katanlara teşekkür etmek istersiniz ya ağız dolusu, öyleyim bugünlerde.

Zamanla yarışıyorum çalışırken. ‘Şurdan şunu artırsam da şunu yapsam, bunu burada yaparsam bunu da şöyle hallederim, şunu şuna katsam da şu olsa’larla dolu keyifli bir koşuşturma. Beni ayakta tutansa sevdiklerim. Dar vakitleri sıkıp suyunu benimle çıkaranlar. Bir kahve molasında yüzüme tebessüm yerleştirenler. Bir öğle arasında sohbetlerini içime vitamin edenler. Bir gece kaçamağında ışıkları üstüme hapsedenler. Fikirlerini paylaşmaktan imtina etmeyen, hayırlarının bir ucundan tutmama müsaade edenler, beni sessizce dinlemeyi huzur bilenler, bana anlatmaya ‘kazanç’ diyenler, yanımda zannederken kendilerini, adeta canımda, ta içimde bitenler… 
Ben onları seviyorum.

Eksik parçalarını tamamlamak için toplumun, bir kimsesizin kimsesi olmak için, kadına yer açmak için işleyen çarkta, çocuğa çocukluğunu unutturmamak için benimle taşın altına elini koyan dostlarım, başımın üstünde yeriniz var. Güzelliklerle buluşmak için güzelleşmek gerektiğine inanan insan dostlarım, nasıl gururlanıyorum sizinle…. Keşke dahası gelse elimizden ama elimizden gelene de şükürler olsun. 
Nasıl da çoğalıyor sizinle amaçlarım…

Yükselen kahkahalarımız eksilmesin istiyorum. Fikir alışverişlerimiz ve zihin tazelemelerimiz hep sürsün. Dünya, kalbimizden geçtiği gibi iyiliğe dönsün. Sessiz sakin doldurmaya çalıştığımız anlar, dinlendirsin ruhumuzu. Bağrımızda acıyla yanan ateş, dualarımızla sönsün. Birbirimize dayadığımız bedenler ve ruhlar, dünyayı tek başına sırtlayamaz belki. Ama alsın ağırlığını tüm ezilenlerin, dindirsin ağrısını beli bükülenlerin.

Benim güzel niyetli arkadaşlarım, kıymeti çok dostlarım, sizinle oturduğum her sofradan ışıldayarak kalktım. Her çay kafamda demlendi, olgunlaştırdı fikirlerimi. Açıverdi görüş alanımı sizinle çevirdiğim her fincan. Ben sizinle kadından önce insan oldum. Seven, anlayan, paylaşan insan… Umarım, ben de size iyi gelmişimdir.


İyi ki varsınız. Sırra Kalem’in içinde sizi de görüyorum. Omzumdaki eliniz basıldı biraz da o kağıtlara, kulağımdaki sesiniz, bağrıma bastığım niyetiniz… 
Ben sizi çok sevdim. 
Size tutunmak güzeldi. 
Ağız dolusu teşekkür ederim.

İzdivaç programları bir yandan izlenme rekorları kırarken-evet hala- bir yandan da ‘kalitesiz ve saçma’ olmakla itham ediliyor.
Ahlaki açıdan sorgulanan programlar ve katılımcıları, televizyonda eş aradıkları için ayıplanıyor ve yadırganıyorlar.
Konuk olarak katıldığım bir iki yayın sonrası bana da ‘orada ne işim olduğu’ sorulmuştu. Bilgilendirme açısından verimli bulmadığım için katılmayı sürdürmedim ama bu demek değil ki bu programların karşısındayım. Başka bir gözüm var benim.

Ben tüm ülke gerçeklerinin yanındayım.
Destek vermek için birey seçmek adetim değil, yadırgamak eğitimli eğitimsiz herkesin yapabileceği şeyken destek vermek, kötü yanlarıyla birlikte iyi yanlarını görmek, uzman gözüyle incelemek, anlamaya çalışmal yalnızca işin ehillerinin yapabileceği şey.

Ben işin ehliyim, eğitimini aldım, uzmanlığım insanları seçimlerinden dolayı yargılamak üzerine değil, seçimlerini anlamak ve sonuçlarına hazırlamak, gerektiğinde seçimlerinin sonuçlarıyla baş etmelerini sağlamak üstüne.
Benim işim, insanları sınıflara ayırmadan yanlarında durmak; yok saymayı bilmem ben, bir köşeye atmayı bilmem.
Bir insanın neden o şartlar altında evlenmek istediği ve bunu yapılabilecek en sağlıklı biçimde başarması maalesef pek çok şeyden önemli.
Çünkü orada söz konusu olan da hayat.
Biri kendi kendine mahvetmeye çalışsa da hayat, birileri tarafından mahvedilmeye çalışılsa da. Mükemmelliğe yürüse de hayat, hayat!

Gelelim meselelerden ilkine“eşlerini izdivaç programlarında genç ve güzel kadınlar arasından seçmeye çalışan görece yaşlı erkeklerin derdi ne?”
Tabiri caizse ‘azdı mı bunlar!’ diyor soru.

İlerleyen yaşla birlikte cinsel istekte, kadınlarda özellikle menopoz sonrasında dramatik biçimde azalma gözlenirken, erkeklerde şaşırtan bir artış gözlemleyebiliyoruz.

Kadını, sürekli dürtmek ikna etmek zorunda kalan partnerin işi elbette, erkeğini durdurmak zorunda kalan ve sürekli saldırı altındaki kadından çok daha kolay.

Genç kadından eş aramanın sebebi üremeye devam etmek, güzel kadınla sevişmek, tazecik gelin alıvermek olabiliyor elbette.
Bununla birlikte isteği yalnızca bir can yoldaşı bulup ikinci baharını yaşamak isteyen amcalara da buradan selamlar ve sevgiler yollayalım isterim.

Yaşlı erkeklerde cinsel istek artışı, kaliteli bir cinsel yaşam ve eskisi gibi kolay ve uzun süren bir sertleşme ve kusursuz bir birleşmeyi işaret etmiyor tabi.

Genelde zor gerçekleşen bir sertleşme oluyor ve bu kısa sürüyor. Kısa süren sertleşme partneri uyarmaya yetebiliyor, birleşme yaşanması da mümkün. Ancak bunun her iki tarafı da ne kadar memnun ettiği bol soru işareti barındırıyor.

Şener Şen’in efsane filmi Züğürt Ağa’da ‘ben karı istirem’ diye tutturan dedenin sorunu tam olarak bu yazımızın konusu.
Bize en çok gelen sorunlardan biri de ‘genç kadın almak’ için her yolu deneyen anne babalarından şikayet eden insanların bıkmışlığı ve çaresizliği.
Çocuklarının arkadaşlarına dahi sarkmakla ve televizyonda manken görünce ağzının suyu akmakla suçlanan yaşlı başlı dedeler, sanırım toplum olarak bizi biraz korkutuyor ve utandırıyor.
Hayır.
Hormonlarımızdan dolayı suçlanmamız adil değil.
Kontrol altında tutarak zaman verin, gerekirse aşırılık halinde uzman yardımı alın ama aman ha itham etmeyin ve itmeyin.

Gelelim adeta benden meşhur olan genç kızlar ve erkeklere, onlar da diğer mesele.Kızcağız eli yüzü düzgün, yaşı 19. Üstüne basa basa 'hiç evlenmedi' diyorlar. Yahu 19 bu 19. Hiç evlenmesin zaten. 'Evlenmedi' bile yetmiyor, sanki birazı varmış gibi evlenmenin, 'hiç' diyorlar, hiç!

Gencecik bir çocuk çıkıyor sonra. Biliyorsunuz, sosyal ortamında güzelce bir kızla fllört edip evliliğe yürüyebilir. Ama o tv programında seçeneklerini değerlendirmek, biraz kapışılmak, sokakta tanınmak, bir otelde ya da villada alengirli, dedikodulu, ihtiraslı ve rahat günler geçirmek istiyor. Kriterlerine uygun gelin adayı, birkaç gün içinde gelirse razı bile olmuyor ilişkiye, biraz daha kalmak, tadını çıkarmak istiyor.

Bir genç, annesi ya da babasıyla hatta onların isteğiyle izdivaça katılıyor. İster inanın ister inanmayın, bunda sunucuya duydukları sevgi bile etkili. Aday oldukları kişide, aile beklentilerine bağlı olarak neleri değiştirebileceklerini öğrenmeye çalışıyorlar. Dışarıda geçirdikleri vakitte genelde krizler yaşanıyor ve stüdyoda birkaç defa küsüp barışıyorlar.

Doğrusu gençlere önerim, tv programlarında evlenmeleri yönünde değil. Bu son çareleri değil çünkü. Bu istek, çok sağlıklı da değil. Anlıyorum onları, gençliklerini, güzelliklerini sergileme isteklerini. Seçilmek değil seçmek istemelerini, seçilmenin onları nasıl yücelttiğini, hepsini anlıyorum. Ama bir eksik var hayatın bu kısmında; pek çok kimse dar vakitlerde göründüğü gibi değil. Tanıyamadıkları insanlarla vitrin evlilikleri yapıyorlar. Bir an için ünlü olup sonra daha büyük bir hızla unutuluyorlar. Değer mi bilmem, zira herkesin kendi aklı var.
Neticede evlenen yok mu? O da var. Mutlu olan, çoluk çocuğa karışan, büyük ailelerde kalabalıklaşan yok mu, var. O da oluversin hayatta, iyi ki var.
Kimi kaderle açıklıyor yaşadığını, kimi verilmiş sadakayla, kimi şansla, kimi talihsizlikle. Kimi de Esra Erol'la, Seda Sayan'la. Bense toplumla açıklıyorum yaşananları. Bu ülkede hiçbir şey gökten düşmüyor. Yaşanan ne varsa biz olgunlaştırıyoruz toplumca bağrımızda.

Yadırgamıyorum kimseyi, yargılamıyorum. Dinliyorum, anlamaya çalışıyorum. Kişisel ve toplumsal nedenlerini. Ama yine de hep 'yine de' diyorum ki; kızlar ve oğlanlar el ele gezebilse sokaklarda, ayıp olmasa sevgililik, yanılmak, yoldan dönmek, sarılmak ve sevmek 'lazım' sayılsa. Kriterlerimize gelince, KPSS'nin maddi versiyonu gibi olanlar hani, makul mantıktan makul kalbe geçebilse. Ne diyelim, hadi inşallah!

Hep diyorum, yargılamak, yadırgamak kolay, işin özü anlamak.
Gerçek ve zamana yayılan aşklar dilerim.


Sibel BAYINDIR


Sene 2015 aylardan nisan. 
Sezen diyor yine ‘memleketime çoktan bahar gelmiştir, başakları şimdiden göğe ermiştir. 
Dağlarını gelincik basmıştır, yer gök ve yürek çiçek açmıştır’ lalalalallallalal! 
İlahi Sezen, sen insanı yaşatırsın! 
Aşka hizmetinde emeklilik yaşı olmayan kadın, satırlarıma seninle başladım. 
Kalbim kadar temiz bu sayfada bütün erkeklerini bambaşka aşklarla sevmiş bir kadın tahayyül ettim çünkü. 
Aklıma yine sen geliverdin. 
Sen de dilersen bir ara şeker şerbet muhabbetinle acı bir kahve içelim. 
Bir erkeği sevmeyi tepeden tırnağa anlat da tekrarımızı ağız tadıyla geçelim.
Travmalarınızı Yavaşça Yere Bırakın ve Teslim Olun, Bu Size Son Uyarımız

Hepimiz kadınız da bir Sezen olmadığımız ortada. 
Peki bütün kadınlar, erkeklerini aşkla seviyorlar mı dersiniz? 
Oklavayla sevenler Levent Kırca mizahının yerleşik öğelerinden de bir böreklik canı olan adamlar da yok değil. 
Kadını ızdırapla terleten şiddet erkeğe ne yapıyor, merak etmediniz mi hiç? 
Gözleri bu satırlarda gezinen erkekler varsa heveslerinin kabardığından eminim de kursaklarında kalacak; hiçbir erkek ızdırabın teriyle İsmail Türüt olmuyor, lütfen şimdi travmalarınızı yavaşça yere bırakın.
Yalçın Abi’nin yaşlandırma tekniği bile çaresizken sizin bu ‘kadından genç kalma’ haliniz karşısında, ben daha da bir şey demem. 
Üstelik bilin ki andropoza girince çıtır tavuk arayışına girmeseydiniz belki de saygı duyardık bizi yaşlandırırken sizi gençleştiren bu fast food merakınıza. 
Ama siz de çok iyi bilirsiniz ki paket yaptırıyorsunuz da patatesler eve gelene dek kayış gibi oluyor ve sostan bile para alınıyor pekala. 
Sağlıklı beslenin, gereksiz şişirmeyin kendinizi, bahçenizde taze nane, soğan, domates varken bu fast food merakı niye! Anlamadınız mı? Hah bir de şöylesi var ‘Kaçak et’ keserken diyorum bu besmele getirmek niye!
Şiddet mi demiştik? Mevzu erkek olunca etrafında Galatasaray’ın şampiyonluk turunu atmadan gelemedim işte mevzuya. ‘Dırdır’, işte silahımız, erkeğe yönelik şiddetin sembolü!  
Çevreye verdiğimiz olumlu imajın yanı sıra ömrünüzü yiyen dırdırımız için özür dileriz içtenlikle. Ama ye ye bitmeyen bir ömrünüz var, n’olur buna da biraz sinirlenmemize izin verin.
Göz altı torbalarımızda öteberi taşımış gibiyken biz, sizdeki bu delirten dirilik niye!
Kolayı var, çok konuşursak yapışın dudaklarımıza, kliplerde seviştikten sonra erkek gömleği giyip gezinen eli kahveli kadınlara özeniyor bile olabiliriz. 

Üzerinize afiyet haksızken üste çıkan olacaksak haksızken üstünüze çıkmamıza biraz da izin vereceksiniz.

Şşşş bu işler biraz böyle, kaslarımız zayıf, gücümüz yerinde değil ama erkeğe psikolojik şiddet bizim işimiz. 
Lütfen hak etmeyiniz. 
Sevgilerimle.



Bir gün ona baktım. 
İçimle.
Hiçbir şekle girmeyen aklımın şekilden şekle giren duygularımla olan iş birliğiyle. 
Sevdiğime baktım.  
Sonrası hep ‘el birliği’yle. 
‘Ne güzelsin sen’ dedim ‘nasıl da banasın, nasıl da aşksın’ 
Söyledim yüksek sesle. 
Ben ki içimden konuşurdum hep. 
Kendimi bunca sevmiş miydim ben hiç, 
bunca beğenmiş miydim kendi kusurlarımı? 
Sanmam. 
Peki ya başındaki ağrının bile kalbime saplanması, yüzünü döktüğünde parçaların içimi kesmesi, bakışlarının hançer gibi içime içime batması, onları ne yapmalı?  
Sevdim ben bu adamı. 
Ona baktım ve meşrulaştı her şey. 
Ne varsa başıma ilk defa gelen, artık yaşantımın bir parçasıydı. 
Dört harften oluşuyordu ve ‘burada mısın’ın dahi cevabı olacak kadar basit. 
Sıradan bir ‘evet’ nasıl da anahtarlaştı… 
Açtım ona hayatımı. 
Açtım, doydum onunla, tattım hayatı. 
Bir ev ve iki insan, nasıl da dünyalaştı… 
Aman karnı doysun, aman yüzü gülsün, aman rahat etsin telaşı bir yosun gibi sardı ağacı. 
Ona dal verdim, budaklandım, sarındım gövdemle. 
Her bahar çiçek açtım. 
Baharıma çiçek açtım. 
Sevdim ben o adamı. 
‘Biz’ olmanın tarifsiz huzurunda, içimden dışıma giden ve teninde soluklanan o uzun yolda, ve yosunun yön gösteren şaşırtıcılığında sevdim o adamı. 
Yüzünde gördüm kendimi ve bana baktığında gösterdim ona kendini. 
Kadını oldum, gururunu taşıdığım kadınlığımdan bir şey yitirmeden. 
Kölesi olmadan ve kölem etmeden. 
Eşitleyerek kalplerimizi ve aşkın devriminde yineleyerek kendimi. 
Sevdim. 
Kadın gibi. 
Aşk olsun! 
Hep olsun!
Bir basamak çıktım ben bugün. 
İnsanlık için küçük, kendim için daha da küçük bir adım. 
Küçük adımların öneminin farkında, büyük olmalarının iyi olmak demek olmadığını bilecek olgunlukta, kendimle yarışacak azimde ve kalabalıklar içinde yalnızlaşmayacağım renkli bir hayatta. Bir adım daha attım. 
Hedeflerime baktım bugün, başarınca üstünü çizdiklerime, kibirden uzak ve hayalperestlikten imtina eden, hayalleri olan ama kendini kaybetmeyen bana baktım. 
Hatalarımda tutup kendini sarsan, başarılarında aynada kendine göz kırpan bana. 
Beni bulunduğum yerlerde görmek istemeyenlere baktım ve görmedim bir şey. 

Ben kendimi buna hiç yormadım. 
Hayatımın geri kalanına yetmek yetişmek isterken kendi hayatını kaçıranlardan olmadım. 
İstedim ben, yapmak için istedim, durup bakmak için değil. 
Kendimi fark ettirmek için de değil, fark etmek için kendimi. 
Ayaklarım yere bassın diye, canım kimseye paspas olmasın diye. 
Kafasını kullanmadığı için ah vah edenlerden olmak istemedim ben. 
Keşke diyenlerden olmak bana göre olmadı hiç. 
Belki demek de, pek kalemim değildi. 
Hata yapmayı da göze aldım ben, risk almayı bildim, sorumluluk almayı sonra. yeni şeyler öğrenmeyi istedim mesela, eski başkalarına aitti, yeniyse bana. 
Deneyimin kıymetini ama bununla birlikte kendi kudretimi bildim ben. 
Kadındım, zordu. 
Erkekti bu dünya. 
Karnımdan sıpa eksik olmayabilirdi ya da sırtımdan sopa. 
İstemedim. 
Başka şeyler istedim ben. 
Okudum, araştırdım, bakındım, gözledim, öğrendim, denedim ben, törpülendim. 
Kendime saygım arttıkça kadınlaştım ben. 
Kendim olarak bir şey olmayı becerdim. 
Yapamazsın dediklerini yaptım, yap dediklerine şöyle bir baktım. 
Kararlarım oldu benim, amaçlarım, yollarım ve ‘asla’larım. 
Daim olsunlar…
Çok kadınız. Çok kadındık. Çok kadın olacağız. 
Artırabileceğiz daima, tükenmek yok! 
Kadından umut kesmek yok, kadının önünü kesmek yok! 
Yürüyeceğiz.

Bugün 23 Nisan. Neşe dolsun diye insan, çocuklar gülsün önce. Çocuklar ağız dolusu gülsün!

Dünya savaşlarla çalkalanıyor, sıcak ve soğuk. Bombalar altında gözü yaşlı ve daha çok şaşkın çocuk fotoğraflarına fazla aşinayız artık. Duruyor göğsümüzde alınamayan ekmeğin, kana kana içilemeyen suyun acısı.

Bir oyuncakçı vitrininde hayalini kurduğu çocukluğuna bakıyor küçük bir kız. Ve sonra sanki dünyanın bütün bombaları başımıza yağıyor. Utanıyoruz sahip olduğumuz o rengarenk imkanlardan.

Çocuklarımın gözündeki ışıltıyı bölebilsem diyorum bazen. Her çocuğun gözünde biraz olsun sevinç görebilsem. Milyonlarca kardeşi olan bir çocuğun kimsesizliğini yok edebilsem... Kursaklarında takılı kalan hevesi çekip çıkarabilsem diyorum, nefeslerini mutlulukla açabilsem. Bakınca kanatlarını görebildiğim melekleri bağrıma sokabilsem... Korumak için insan denen şeytanın şerrinden...  Olmuyor işte bazen...

Bugün 23 Nisan! Benim Mavi Gözlü Dev Adamım, benim dayısının tarlasında kavga kovalayan sarı saçlı Çocuk Mustafa'm, hediyene minnettarım. Aynı düşü kuruyorum seninle, çocuklarımız için, dünyanın tüm çiçekleri için... Dilerim gerçek olsun! Dilerim dünya daima çocuk gülüşleriyle sarsılsın...

Çocuklarım, yarın kokan gözlerinizden öperim. Bayramınız kutlu olsun!






 Aşkın yaşı yok.
Olsaydı söylerdim. Aşkın hası var. 
Hası yoksa o iş yaş.
Aşkın yaşı yok çünkü;
Şefkati bulduğun el buruşmuş olsa da fark etmez.
Merhameti bulduğun kalp teklemiş olsa da fark etmez.
Seksi bulduğun hormonlu beden takviyeli olsa da fark etmez.
İnceliği gördüğün göz dörde çıkmışsa da fark etmez.
Öpüşmenin tadına vardığın dudak titriyorsa da fark etmez.
Kafanı gömmeyi sevdiğin meme sarkmışsa da fark etmez.
Koklamak istediğin saç aklaşmışsa da fark etmez.
Dertleşmek istediğin insan yolun sonuna yaklaşmış olsa da fark etmez.

Sen, insanı seviyorsun. Tekliğini çiftleşmeyle bozan insanı. 
En çetin savaşlarını, arzuladığı şey için veren insanı. Sert kabuğunun altında sevdiği için pamuklaşan insanı. Her ana sonmuş gibi sarılan insanı. Yarınından emin olamayan, bugününe tutkun insanı. Sen insana aşıksın, aşkı olduğu gibi kabul etmeye meyilli olana. Her insan biraz da aşkın insanı. Her insan birinin hayatının aşkı. Kimin hangi yaşı kime denk, bilinmez. Kim hangi yaşta kimin aşkı…

Aşk olun birine. Aşık falan değil. Uzun sevişmelerden kısa küskünlüklere, mide ağrılarından kalp sıkışmalarına… Yetersizlik hissinden dolup taşmaya… Bittiği yerden taptaze başlamaya… Öldüm derken koynunda dirilmeye, Soğudum sanırken yanıp tutuşmaya…. Kaybetme korkusundan hatalar yapmaya… varsanız aşk olun ona. Aşıksanız varın ona.

Mantığı bir evlat gibi reddedip aşık olanlara, sonu dışarıdan görünüp kendisine yansımayanlara, kendini unutup başka bedende can bulanlara, tatmazsa çatlayacak, sevilmezse  ölecek sananlara, sevdiğine sihirli bir aynada bakanlara anlatabildiniz mi  imkansızlığını aşkın, yanlışlığını ya da?
Sevdiğinden küçükmüş, büyükmüş, tecribeliymiş, toymuş, hammış, pişmiş, nasıl sereceksiniz gözlerinin önüne? Gözleri sizde değil, bilin bakalım kimde?
Çaresiz sandığınız sizsiniz belki de. Aşka koyduğunuz engel, kural tıkıyor belki de kalp damarlarınızı, küçük ve inatçı çocuklar belki de ta içinizde.

Akıl bile yaşta değilken, aşk nasıl olsun ki yaşta? Aşkta akıl olsa olur mu bunca acısı aşkın? Aşkta akıl olsa aşıkta umutsuzluk ne arasın! Nice nice yaşsız aşklara!

Yaşsız, ayrımsız, kazasız, belasız, sitemsiz, sistemsiz, akışında aşklara!

Sen daha iyilerine layıksın’ı duyup şöyle bir gülmeden ölmeyin.
Gerçekten eşsiz bir deneyim.
Elbette en iddialı komedi filmlerinden fırlamış gibi duran bu klişeye verilecek yanıtlar da var. Onlar neler mi?

Terk Edilene En Yakın Arkadaşın Tesellisi Olarak ‘Sen Daha İyilerine Layıksın’
Terk Ederken Sığınılan Bahane Olarak ‘Sen Daha İyilerine Layıksın’ Tabi siz yine de bunları söylemeyin. Siz iyisi mi hiçbir şey söylemeyin. Arkadaşınıza ‘hayırlısı olsun’, eskimiş sevgilinize ise ‘bundan eminim’ deyip yolunuza gidin. Çünkü bazen ne kadar sözcük, o kadar anlaşmazlık. İçinde mantık bulamadığınız klişelerin her biriyle adeta savaşsanız, kazansanız bile köşenize yorgun çekilirsiniz. Bile bile yorgunluk, bir insanın kendisine yapacağı belki de en büyük kötülük.

İçinizde mi kaldı, sebeplerini mi merak ediyorsunuz, öğrenmeden uyuyamayacak gibi misiniz? Elbette sorabilirsiniz. Ama gerçekleri duymayacağınızı garanti ederim. Gerçekler söylenecek olsaydı ta en başında söylenirdi zaten, o bol güldürmeli sahneyi çekmek yerine. Gitmek isteyen gider, işte istisnaların bozmaya yetmediği kaide.

Biri sizinle olmayı tercih etmiyorsa onu sevmediğinizi söylemeyin kendinize, aldatmayın kendinizi. Sevin, özleyin, kızın, kırılın ve hepsini zamana bırakın. Aşk acısından ölen yok, bunu da bilin.
Bir Ankaralı’ya da Behzat Ç. ‘den alıntı yapmak yakışır. Behzat, Savcı Esra’ya ne der:
-Saplantılıyım ben. Benden bi’ bok olmaz. Biz senle hep kavga ederiz. Mutsuz oluruz biz senle.
Peki ya Savcı Esra?
- Mutsuz olalım, ne var? Biz de mutsuz oluruz. Ben seninle mutsuzluğa da varım.

O sahneyi çok severim ben. Nadiren yaşandığından mıdır, güçlü ve kararlı olanın kadın olmasından mıdır bilinmez, severim. Behzat Ç.’nin   ‘sen benden daha iyilerine layıksın’ına     ‘bırak da ona ben karar vereyim’idir Savcı Esra’nın. Yakışırrr.
Bir de Cemal Süreya’nın Mutsuz’u vardır ki ruhuma şenlik;

Kim istemez mutlu olmayı
Ama mutsuzluğa da var mısın?

Seven adamın sorusu budur, seven kadının da. Kimse hem sevip hem de ısrarla ve türlü bahaneyle gitmek istemez. Mutsuzluğu tercih edin demiyorum elbette, birlikte mutlu olmanın yolunu bulun. Biriniz birlikte olmak isterse, diğeriniz sizi daha iyilerine layık bulursa ama daha iyisi olmaya çalışmazsa, emin olun daha iyisine layıksınız. Emin olun, bu klişeyle çok da yaralı kalmazsınız. Zaman üfler, geçiverir. Azat edin, sizi daha iyisinin ihtimaline bırakıp gitsin.










Aşkın yaşı yok. Olsaydı söylerdim. 
Aşkın hası var. Hası yoksa o iş yaş. 
Aşkın yaşı yok çünkü; Şefkati bulduğun el buruşmuş olsa da fark etmez. 
Merhameti bulduğun kalp teklemiş olsa da fark etmez. 
Seksi bulduğun hormonlu beden takviyeli olsa da fark etmez. 
İnceliği gördüğün göz dörde çıkmışsa da fark etmez. 
Öpüşmenin tadına vardığın dudak titriyorsa da fark etmez. 
Kafanı gömmeyi sevdiğin meme sarkmışsa da fark etmez. 
Koklamak istediğin saç aklaşmışsa da fark etmez. 
Dertleşmek istediğin insan yolun sonuna yaklaşmış olsa da fark etmez. 
Sen, insanı seviyorsun. 

Tekliğini çiftleşmeyle bozan insanı. 
En çetin savaşlarını, arzuladığı şey için veren insanı. 
Sert kabuğunun altında sevdiği için pamuklaşan insanı. 
Her ana sonmuş gibi sarılan insanı. 
Yarınından emin olamayan, bugününe tutkun insanı. 
Sen insana aşıksın, aşkı olduğu gibi kabul etmeye meyilli olana. 
Her insan biraz da aşkın insanı. 

Her insan birinin hayatının aşkı. Kimin hangi yaşı kime denk, bilinmez. 
Kim hangi yaşta kimin aşkı… 

Aşk olun birine. Aşık falan değil. 
Uzun sevişmelerden kısa küskünlüklere, mide ağrılarından kalp sıkışmalarına… 
Yetersizlik hissinden dolup taşmaya… 
Bittiği yerden taptaze başlamaya… 
Öldüm derken koynunda dirilmeye, 
Soğudum sanırken yanıp tutuşmaya…. 
Kaybetme korkusundan hatalar yapmaya… varsanız aşk olun ona. 
Aşıksanız varın ona. 
Mantığı bir evlat gibi reddedip aşık olanlara, sonu dışarıdan görünüp kendisine yansımayanlara, kendini unutup başka bedende can bulanlara, tatmazsa çatlayacak, sevilmezse  ölecek sananlara, sevdiğine sihirli bir aynada bakanlara anlatabildiniz mi  imkansızlığını aşkın, yanlışlığını ya da? 

Sevdiğinden küçükmüş, büyükmüş, tecribeliymiş, toymuş, hammış, pişmiş, nasıl sereceksiniz gözlerinin önüne? Gözleri sizde değil, bilin bakalım kimde? 
Çaresiz sandığınız sizsiniz belki de. 
Aşka koyduğunuz engel, kural tıkıyor belki de kalp damarlarınızı, küçük ve inatçı çocuklar belki de ta içinizde.

Akıl bile yaşta değilken, aşk nasıl olsun ki yaşta? 
Aşkta akıl olsa olur mu bunca acısı aşkın? 
Aşkta akıl olsa aşıkta umutsuzluk ne arasın! 
Nice nice yaşsız aşklara! 

Yaşsız, ayrımsız, kazasız, belasız, sitemsiz, sistemsiz, akışında aşklara!




Ben ‘şarkılara takan doktor’, bugün yine birkaç nameyi doladım dilime. Kayahan’ın ‘vurdukça inleten nadir bulunan kadife’ sesinden dinlemeye doyamadığım bu şarkı, bana yüzyıl insanının, kendini boşaltmak ve hafiflemek için bir uçurum kıyısına koşup anıra anıra söyleyeceği bir cümle gibi geliyor en çok. ‘Asırlardır yalnızım, pişmanım alın yazım’ Vücudundaki tatsız ve hadsiz misafirle mücadele eden sevgili Kayahan’a da acil şifalar, saygılar, sevgiler ve şarkıları için sonsuz teşekkürler yollamak istiyorum bu vesileyle. Asırlardır yalnızsanız ve dahası pişmansınız, pardon ama neden hala yalnızsınız? Bu doymazlık, bu aymazlık neden? Hem de memnun değilken.

Sık sorulan ve pek çok sorudan daha anlamlı bulduğum bir soru var : bunca insan yalnızken neden bunca insan yalnız? Herkes şikayetçi yalnızlıktan, yalnız gezmekten, yemekten, içmekten, film izlemekten, mücadele etmekten, ağlamaktan, gülmekten. Bu yazıyı yalnız okuyanlar, siz de bir köşede sessizce ağlayın. Sonra toparlanın size birlikte bakalım.

Herkes sessizlikten kırılıyor ama bir dokunsan bin ah düşüyor senin kulakların payına. Soru havada, yanıtı uzak. Kaybedenler Kulübü’nde sorulan soruya ağır ve ağdalı bir yanıt beklerken, ne zaman sonra İsmail YK’nın şarkısı yetişiyor imdada; beni beğeneni ben beğenmem. Tabi bu sözün daha uzunu ve anlamca zengini de vardır ama şu satırlarda İsmail YK’yı anımsamak bile yalnızları gülümsetir diye düşündüm. Teselliniz uzaydan gelmişçesine uzak insanlığa ama içinizdeki uzaylı kadar yakın size aslında. Yalnızlıktan sıyrılmayı amaç edinmezseniz ilk fırsatta, size Ragga Oktay’dan anlayamayacağınız çözümler sunacağım. En olmadı ‘hayatı tespih yapar sallarsınız’. Ama şimdilik bir doz İsmail YK.

Düşün yani; ne kadar yalnız ne kadar çaresiz ve ne kadar temsili güçsen, seni İsmail YK temsil etmiş! Hala mı memnunsun yalnızlığından, hala mı entelektüel bir nişan gibi taşıyacaksın onu göğsünde! Hala mı tek kişilik masalarda yudumlanacak o içki! Hala mı yatağın bir o tarafını, bir bu tarafını ısıtarak edeceksin sabahı! Yok gülüm, yok cancağızım, bu iş zor Yonca!

İnsanlar 78709574865848430’e ayrılırlar. Ama yalnızlar o kadar karmaşık değildirler. En alengirli haliyle bakalım hadi, hepi topu 5’e ayrılırlar:

1) Bir hobi olarak yalnız kalanlar

2) Yalnız olmaktan ölesiye korktukları için yalnız kalanlar

3) Yalnızlığı meslek edinenler

4) Yalnız olmamak için kılını kıpırdatmayanlar

5) Yalnız kalmaya mahkum olanlar

Size 5 yalnız türünü de can sıkmayacak biçimde anlatacağım ama bu yazının konusunun neden yalnızlar olduğunu henüz anlatmadım. Çünkü hem Kayahan haklı, hem de İsmail YK. Çünkü hem yalnızlar mutsuz, hem mutsuzlar yalnız. Çünkü bir şey yapmayanlar çok şikayetçi, her şeyden şikayetçi olanlar çok yalnız.

1) Bir hobi olarak yalnız kalanlar

Yalnız olmayı hayatının neredeyse bütün bölümlerine biraz serpiştiren; arada yalnız kalmaktan, kimseye hesap vermemekten, kimseyle ilgilenmemekten zevk alan ve bununla dinlenen konforlu yalnızlar. Bunlar kendini seven ve özleyen yalnızlardır. Hangi türleri tehlikelidir derseniz; kendini narsistçe sevenler, ilerleyen dönemlerde sevgili ya da dost olarak referans bulmakta güçlük çekerler. Yalnızlıktan bunaldıklarında dost ya da sevgili edinmekte güçlük çekmeyenler kurs açsalar yeridir. Toplumun onlar gibilere ihtiyacı var.

2) Yalnız olmaktan ölesiye korktuğu için yalnız kalanlar

Ne de olsa ayrılacağız deyip çift olmayanlara bayılırım. Öyle bayılırım ki anne terliği atasım gelir! Ne de olsa öleceğiz deyip yaşamayalım, ne de olsa uyuyacağız deyip uyanmayalım, ne de olsa mutsuz olacağız deyip mutlu olmayalım öyle mi? Ahh ne dahiyane! Ha bir de buna ek olarak sürekli bir sevgilisi olsun diye debelenenler, bir miktar itici görünürler. Bir miktar dediysem sizi kırmak istemediğimden.

3) Yalnızlığı meslek edinenler

Yalnızlığı meslek edinenler, başka seçimlerinin kaçınılmaz sonucu olarak yalnız kalanlarla yalnızlıkta adeta ustalaşanların tatlı bir birleşimidir. Seçtiği meslekten, takındığı tavırdan, eğrisinden doğrusundan dolayı maalesef iflah olmaz biçimde yalnız kalanlar, tez zamanda çözüm arasınlar. Çünkü bugünün yarını var; eğlenceli gelen tek tabancalık yarın olur, ihtihara dönüşür. Kendi kendini yalnızlıkla vuranlar, ölmezler, o tür bir intihar değil konumuz, yaşasa da yaşamaz olmak bilin ki daha ağır.

4) Yalnız olmamak için kılını kıpırdatmayanlar

Vardır böyle dırdırcılar. Kahvaltı niyetine şikayet edip gece kahvesi niyetine yine şikayetle yatağa gidenler. Hiçbir şey yapmama konusunda ustalaşanlar, dünyayı kalkındıracak olsalardı, dünya onların omuzlarında yükselirdi vesselam. Sorasım gelir o zaman; be güzel kardeşim madem şikayetçisin madem bunaldın yalnızlıktan, nedir bu tatildeymiş gibi ayakları uzatman. Kalk bir silkelen, hedefe doğru bir ayaklan!

5)Yalnız kalmaya mahkum olanlar

Bencil, egoist, düşüncesiz, tekelci, duygusuz, mantıksız aşağılık insanlar! Şaka bir yana yalnız kalmaya mahkum olanlar ya aşırı inceliklik olduklarından darbe alacak ya da kabalıktan yalnızlığa terk edilenler olacaktır. İki kişilik dünyaya yatkın olmayan kafalar gider, bedenler sürünür. Yalnızlar hapishanesinde heveslendiren görüş günlerine razı gelir ama iyi halden dışarı çıkmaya da hiç çabalamazlar. Parmağımı sallayarak kızıyorum onlara.

Bunca insan yalnızken neden bunca insan yalnız? Bana bir anlatsanız… Asırlardır yalnız olmaktan pişman olanlar, yalnız olmayanlara düşman olanlar, eleştiriyi hayata katık sayanlar, mutluluğa zamanla düşman olanlar, henüz çok geç değil. Sınıflandırmayı yaptım, sınıfınızı seçin, sonra da kafaya koyun, bir üst sınıfa takdirle geçin.


Güzel dileklerimi ileteceğim bugün…
Gönlümden geçtiğince satırlar bunlar.
Belki biraz acı başlayacak. Keşke böyle olmasaydı.
Bu sabah kötü bir görüntüyle karşılaştım.
 İki kuzeninin tecavüzüne uğrayıp hamile kalan 15 yaşında gencecik bir kız çocuğumuz, evet kadın olmak onu çocuk olmaktan alıkoyamıyor, ailesinin kadınları tarafından bir ceset torbasında gömülüyordu fotoğrafta.
Kirlenmiş sayıldığı için aile kararıyla öldürülen ve atıldığı Batman çayında bulunan Hatice’nin namazını kadınlar kılmıştı ve bir kefene sarılamamıştı bile o.
Çocuk bedeni, belirginleşmeye başlayan memeleri, yerli yerine oturan kaşı gözü ve cinsel açlık içindeki eğitimsiz, cahil ve de gaddar yakınları tarafından bahane edilmişti tecavüz için.
Ve sonra kirli olan Hatice sayılmıştı, ona bunu yapanlar değil. Onu öldüren ailesi neye göre ve kime göre artık tertemizdi? Çok üzücü.
Bir anne olarak, yetiştirmekte olduğum bir kız bir de erkek çocuğum olduğu için,
Bir doktor olarak dünyaya gelme fasıllarının nasıl da meşakkatli ve kutsal, büyümelerinin nasıl da kayda değer olduğunu ilk andan itibaren bildiğim için, Ve bir cinsel terapist olarak, cinsel dürtülerimizi kontrol etmeyi, doğruyla yanlışı ayırt etme yetimizi kaybetmeksizin başarabilmeyi hala öğretemeyen bir toplum olduğumuz için büyük üzüntü duydum.
Taptaze bedenlerin sadece kadın olduğu için toprağın altına itilmesi nasıl acıtmasın ki canımızı! Hatice büyüyecekti, sevdiği biriyle evlenecekti, onunla birlikte olacak ve meyvelerini insan olarak alacaktı.
O küçük insanlar büyüyecekti, onlar da başka başka bireyler olarak hayatın birer ucundan tutacaklardı. Her şey bu kadar kolaydı. Peki neden olamıyor?
Neden töre cinayetleri küçücük kız çocuklarını koparıp alıyor? Ve neden bir kız, kendi iradesi dışında gelişen şeylerden dolayı suçlanıyor? Çünkü ‘bilmiyoruz’. Sadece bu da değil; kendi çocuğunu satan anneler, babalar mı dersiniz, işkence eden zorla çalıştıranlar mı dersiniz…
"Düşünmek bile son derece can sıkıcı. Şehirlerde bile cinsellikle ilgili bilinç bu kadar düşükken kırsalda bu bilinci yaymak çok daha güç.
Ama insani ölçülerde de kabul edilebilecek bir şey değil ki bu. Bir genç kadın eğer kendi babasına, onun gözünü açtığından beri gördüğü en etkili erke dahi sığınamıyorsa ve hatta onun rızasıyla cezalandırılıyorsa neye ihtiyacımız var? Elbette toplumsal bilince ve bunun sağlanması sürecinde de daha fazla kadın sığınma evine.
Onlara sosyal güvence sağlayan işler edindirmek için başlarını sokacakları bir ortak yaşam alanına ve tabi gelişimlerine katkıda bulunacak sosyal faaliyet ve platformlara. Yeni yıl için dileğim sadece kız değil erkek çocukları için de, çocukluklarını yaşayabilecekleri birer ömür, onları gerçekten koruyan kollayan ebeveynler, iyi eğitim alma hakkı, yaşam güvencesi ve her şeyden önemlisi yaşamak için istek. 2013 yılına giriyoruz, ne çok beklentimiz var kendimiz için, ailemiz için.
Dara düştüğünde, hayatı tehlikeye girdiğinde, mutsuz olduğunda, kötülükle karşı karşıya geldiğinde sığınabilecekleri daha fazla adres ve bunları gösterecek daha fazla rehberleri olsun istemez miyiz! Ben çok isterim. ;
Mesleğim gereği dinlediğim binlerce kadın hikayesinden çıkardığım şudur ki ‘kadın çok güçlü ve bu güce rağmen hassas’. Dilerim yeni yıl kadına, çocuklara ve tüm insanlığa güç ve her bireyin karşısındakine o bireye dair hassasiyet getirir.
Takvim yapraklarına tutsak olmasın yenilik.
Ruhunuza, bedeninize ve zihninize SAĞLIK…

“Öper beni annem yanaklarımdan, güzel bir rüyada sanki sevdiklerim hayattalarken hala…”

Çok yol katettim. Başta ufak ufak ama.  Zaman hiç geçmiyor sanıyordum, oysa o akıyormuş üstümden… Büyüdüm önce, o zaman pek meraklısıydım herkes gibi ama sonra biraz biraz tatsız geldi. Bütün ikilemeleri tek başına bırakan bir yalnızlık hissi, büyümek. Vücudum şekillenip ruhum şekilden şekile girince anladım. İçinde bulunduğum kaba sığmaya çalışırken, bir yandan da doldurmaya çalıştım içimdeki o uçsuz bucaksız boşluğu. Ben doldurdukça büyüdü, metropoller gibi. Ben en çok kendimi aştım.

Babam öğretmendi. İlkten de ilk öğretmenimdi. Bana hayatı öğretti. Bana düşünmeyi, hissetmeyi, anlatmayı, sorgulamayı ve dik durmayı öğretti. Biz evde iki kardeş ve onlarcamız da okulda, babamın takdir eden bir gülüşüne sığındık. Şefkatine, kararlılığına, doğruluğuna dayadık sırtımızı. Kalkan kaşı bize yanlışı işaret etti ve bir kuş özgürlüğü buldum yine o kaşında. Eğilmeyen bükülmeyen eksilmeyen bir insan özgürlüğü…

Annemin sesi sabahlarıma güneşten de önce doğardı sanki. Kahvaltının kokusu, çay bardaklarına değen kaşıkların o unutulmaz sesi. Şöyle bir bakan gözleri annemin ve her gün yeniden beğenen beni. Her gün yeniden güzel ve akıllı hissettiren bakışları ve saçlarımda yüzümde gezinen pamuk gibi elleri.  Derleyen annem, toplayan, başlatan, bitiren ve hakkını veren annem. Karşılayan, uğurlayan, gülüşünde bahçeler saklı annem. Çok anneydi.

Kardeşimle çekiştim, kardeşimle bölüştüm, kardeşimle didiştim ama yine en çok O’nu sevdim. Benden sonra gelen ve farkında olmasa da bana güvenerek büyüyen kardeşim. Arsızlıklarımın dozunu azaltan, kıskançlıklarımı göğsünde yumuşatan ve her ne yapıyorsa bunu çocukluğa katıştıran kardeşim… Ben büyürken çocuk olan ama ben büyüyünce gözüme benden büyük gelen kardeşim, beni ansızın kardeş kılan kardeşim…

Ben çok yol kat ettim. Büyüdüm önce. Doktor olayım dedim, bana yakışır, insanlara yanaşır. Unutulmaz kılar amaçlarımı, peşi bırakılmaz kılar.
Sevgili oldum sonra. Ruhuna mucizeleri sığdıran ve sakinliğinde masallar dinleten bir adama. Sevdim ki ne sevdim! Eş oldum ona. Sonra anne oldum ki doktorluğumun mucizesini ilk defa o an anladım. Rahmimdeki, dünyama düşüverince. Yaptığım işin kutsallığını tam iki kere en derinden hatırladım. Evet ben iki kere anneyim, iki kere mucize.

Çok şey oldu. Büyüdüm, geliştim, inandım, buldum, sarıldım, istedim ve yaptım. Çok şey oldu benden. Yazar bile oldu hatta. Kısa bir süre sonra, ikinci defa. İnsanları anlayan yanımı, insanlara anlatmanın yolu bildim ben onu. Yazmayı büyümenin bir parçası saydım. Büyümek bitmeyen macera.

Sonra şükürle uyandım bu sabah yeniden. Dudaklarımda bir şarkı “Öper beni annem yanaklarımdan, güzel bir rüyada sanki sevdiklerim hayattalarken hala…” 

Hayattalarken hep söylemek isterim; beni büyüttüler, ben yaptılar… Teşekkür ederim.



Kadın ve erkeğin beklentileri farklı evet. Birbirimizi layığınca anlayamadığımız kocaman bir gerçek. İyi ilişkiden anladığımız ve ayrılık sebebi saydıklarımız dahi farklı birbirinden. Liderlik yarışımız bitecek gibi değil. Ne yani, ortak nokta bulamayacak mıyız ilişkide zirveyi zorlamak için? İşte benden size tam 7 öneri; dinler ve hayata geçirirseniz tez zamanda zirvedesiniz. Biriniz değil, ikiniz!

 1. İLETİŞİMİN ÖNEMİNİ KABUL EDİN. Bir ilişkide temel olan elbette iletişimdir. Ertelemeden söylemek, biriktirmeden aktarmak, paylaşmak, beklentileri usulünce iletmek, konuşmak, dinlemek, anlamaya çalışmak, hiç değilse buna çabaladığını hissettirmek. Her ne kadar klişe gibi geliyorsa da en gerçek ve büyük anahtar bu. Yatakta çok iyi anlaşıyor olabilirsiniz, birlikte harika zaman geçiriyor olabilirsiniz, maddi sıkıntılarınız olmayabilir ama iletişim eksikliğiniz varsa bir gün mutlaka patlak verecektir. Zemininiz daima iletişim olsun, sonrasını çorap söküğü gibi getirirsiniz.

 2. ŞEFKATTEN VAZGEÇMEYİN. Kadın da erkek de ne kadar güçlü olursa olsun şefkate ihtiyaç duyar. Çünkü mutlaka zayıf anları vardır, ya da en güçlü anlarında dahi gerektiğinde şefkati kimde bulacağına bakar. Fark etmediğinde de bunu yapar, bilinçli olarak da. Küçücük temaslar, ben burdayım mesajları, sağlığına ilgi, minik jestler, sıcaklığın hissettirilmesi… Hangi biçimde olacağını siz seçin ama şefkatinizi esirgemeyin. Bu aynı zamanda sizin kendinizi hatırlatma şeklinizdir.

 3. SEKSİN ETKİSİNİN FARKINDA OLUN. Cinsel hayatın ilişkilerin gidişatındaki rolünü kimse yadsıyamaz. Cinselliğin başladığı ilişkilerde sürdürülmesi şart. Cinsel ihmal maalesef bağları zayıflatıyor. İlişkide olduğunuz kişinin tenini unutmayın ve ona teninizi unutturmayın. ‘Ne de olsa artık benim’ diyerek daha az ilgi gösterdiğiniz partneriniz, gidip başka kimler kendisinin olabilir diye bakmasın sonra. Ayrıca pek çok ilişkide seks esnasında dertleşildiği ve konuşulduğu da bilinir. Fark etmeden birbirinize açıldığınız yerdir yatak odanız, salya sümük olmadan ve daha az sitem ederek. Çünkü birbirinizi en çok istediğiniz yerde daha ılımlı olmanız da mümkün olur.

 4. TARTIŞMAKTAN KAÇINMAYIN. Ertelenen her tartışma kavgaya dönüşüyor ve öylece ortaya çıkıyor. Çünkü duygularımızı beslemekte üstümüze yok. Hal böyleyse aşkı beslemek varken öfkeyi, kırgınlığı, kızgınlığı beslemenin anlamı yok. Onu en doğru biçimde ve zamanda ortaya dökelim, çözelim ki birikmesin ve taşmasın. Üstelik tartışmaların aşkı alevlendirdiği de daima söylenir. Korkmayın ve ertelemeyin. Birinci maddeyi bir kez daha okuyun; İletişim şart!

 5. İKİ KİŞİLİK DÜNYANIZA SAHİP ÇIKIN. Özellikle bizim toplumumuzda iki kişi evlenince aileler de evlenir. Büyük aile olmayı da severiz, büyüklerimizin desteğini ve varlığını da önemseriz. Fakat tüm bu geniş alanda, iki kişilik dünyamızı korumayı bilmeliyiz. Çünkü özel zamanlarımız, kendimize saklamamız gereken anlarımız, bizi birbirimize bağlayan sırlarımız, iki kişilik özel bir hayatımız var. Buna fazla müdahale aramızdaki bağları yıpratabilir. Dengeleri korumak işte tam da bu nedenle bir ilişkinin en önemli noktalarından. Herkesin fikrini almak zorunda mıyız? Kimi ailelerde belki. Ama herkesin dediğini yapmak zorunda değiliz. Bu konuda kendimizi bilmeliyiz. İki kişi olduğunuzu ve dilediğinizde kendi kanınızla çoğalabileceğinizi unutmayın.

 6. GELECEĞİ KONUŞMAYI ZEVK HALİNE GETİRİN. Anı yaşamak çok önemli ama siz yine de geleceğinizi ara ara ele alın. Birlikte hayal kurun, kurmaya teşvik edin. Bu sürekliliğinizi sağlamada ve beklentilerinizi paylaşmayı da beraberinde getirecektir. Ortak hayaller sizi daha yakın kılacaktır. Hayalleriniz farklı mı, bunu da bilmeniz gerekecektir. Ya orta yol bulmada ya da kendi yolunuzu almada. Fakat ne olursa olsun geleceği konuşmak iyidir.

 7. KENDİNİZ OLUN, BİRBİRİNİZE UYUN. İlişkiler ister 3. gününde ister 33. yılında olsun küçük kırılmalarla büyük sarsıntılar geçirebilirler. Ve insanların uzaklaşmalarını en hızlı tetikleyen şeylerden biri de karşılarındaki kişinin tanıdıkları kişi olmadığını düşünmeleridir. Flört döneminde elbette karşımızdakini etkilemek için ya da henüz yeterince yakın olmadığımız için biraz daha şekilci davranışlarımız, dikkat ettiğimiz hususlar olabilir. Fakat kendimiz olmakta gecikmemeliyiz. Çünkü ancak o zaman gerçek olan isteklerimizi, hayallerimizi yansıtabiliriz.

 7sini birden empatiyi geride bırakmadan yaparsanız ve birbirinize gerçekten aşıksanız, seviyor ve istiyorsanız mutluluğu garanti ederim. Yok yine de çalışmıyorsa formül, dönün ve ilişkinize uzman yardımıyla bakın. Aşkta daima umut vardır.

Son 3 gün...


Cinsel yaşam hangi yaşta başlarsa başlasın doğru partneri bulunca adeta tavan yapıyor, sıklığı, zevki ve elbette kalitesi.  Elbette giriş ve gelişmeden yüksek oranda haz alıyoruz ve sonucu da bu süreçler hazırlıyor fakat amacımız sonuca mutlulukla ulaşmak yani ‘orgazm’. 

Toplumumuzun genel sosyokültürel yapısı itibariyle kadının cinsel eğitimi çok daha geç başladığı ve birden fazla partnerle tecrübe yaşama şansı bulamadığı için cinsel doyumda bir miktar daha şanssız. Çünkü toplum erkeğe ‘sensin’ diyor. Teyzelere amcalara pipiyi göstermekle başlayan süreç, erkeğin bedenine olan güvenini artırıyor ve zamanla kendisini ve kendi cinsel organını kadından ve kadının cinsel organından daha değerli hissediyor. 

Çoğu zaman farkında olmuyor fakat kadını kendisini cinsel yönden doyurması gereken bir canlı olarak dahi görebiliyor. Buna doğru diyelim, fakat kendisinin de kadını doyurması gerektiğini bilmiyor. Bilse de bunun için hassasiyet gerektiğini bilmiyor, tabiri caizse kendisi orgazm olana dek pata küte girişiyor, canının istediğini yapıyor ve karşıya hissettirdiği şeyin ancak ‘harika’yla tanımlanabileceğini düşünüyor.  Ve maalesef çoğu zaman yanılıyor. Kadın, erkeğin performansından bağımsız olarak hoşlandığı şeyler ve beklentileri nedeniyle hoşnutsuz bir sevişme geçirip hayatının önemli rollerinden birini oynuyor. Kadına orgazm taklidini öğreten ve bu konuya ilişkin yaşan söyleten bu cinsi çark kırılmalı, sizce de öyle değil mi?

Oysa genel olarak can sıkan bu sürecin aksine kadın, daha kolay ve üst üste orgazm olabiliyor. Erkekte ise ikinci orgazm için belli bir süre geçmesi ve erkeğin yeniden ereksiyon haline geçmesi gerekiyor.

Kadının bu yapıya rağmen ne kadar tevazu gösterdiğine ve fedakarlık yaptığına bakar mısınız! Erkeğini incitmemek, kendisini eksik hissetmesine engel olmak, onu onore etmek, kaybetmemek, sorun çıkarmamak için ve bazen de zaten ilgisi yetersiz bir hale geldiğinden sevişme çabucak olsun bitsin diye orgazm taklidi yapıyor. Doyuma ulaşmış gibi, yeterince haz almış gibi davranarak yaşamına eksik tatmin olma ya da kendini tatmin etme yoluyla devam ediyor. Oysa kadının hayal dünyası duygularının da yoğunluğuyla çok daha canlı. Cesaret bulması halinde erkeğine yepyeni öneriler getirerek cinsel yaşamlarını renklendirecek atraksiyonlar keşfetmeye uygun. İşte bu noktada kadın yatakta yeterince başarılı olmaktan da korkuyor. Çünkü erkeği biraz kıskanç, biraz tutucu, biraz ego sahibiyse ‘sen bunları nerden öğrendin’ diyecek. 

Kadın isteklerini söylese şundan hoşlanıyorum, böyle yapmanı istiyorum, bir de şöyle deneyelim dese erkek ‘ben sana yetmiyor muyum’ diyecek. Kadın onun isteklerini yerine getirme konusunda böylesine hevesliyken erkeğe bunu çıtlatma konusunda bile defalarca düşünmesi ve maalesef çoğu zaman sonunda vazgeçmesi gerekiyor. ‘Orgazm olamıyorum’ demek pek çok kadın için cesaret işi. Neticede erkeği inandıramamak, en modern erkek dahi olsa bunu kendi başarısızlığı olarak görmesinden kaynaklı sert tepkisiyle karşılaşmak da var. Ne kadar üzücü…

Erkek böylesine hakim olduğunu düşündüğü yatakta kadının orgazm taklidi yaptığını anlayamıyor mu diyeceksiniz. Hayır genelde anlayamıyor. Çünkü erkeğin cinsel eğitimi pratik açıdan kadınınkinden iyi olmasına rağmen yine de orgazm algısı inleyen, dudaklarını ısıran, gevşeyen ve gülümseyen kadından çok da fazlası değil. Harçlıklarla alınan porno dergi ve filmlerdeki kadınlara birazcık benzemeniz yetiyor. Bakmayın ‘ben anlarım’ dediklerine.

Orgazmı özellikle de kadının orgazmını kolaylaştırmak için yapılması gerekenlere değinmek gerekirse, öncelikle onun hislerine hitap eden bir sevişme şart. Küçük dokunuşlar, değer veren bakışlar bazen saatlerce süren sert hareketlerin yerine geçer ve onları sollar.
Heyecanınızı hisseden partneriniz de heyecanlanacaktır ve inanın bir kadının heyecanlanması çok da zor değil. Tekdüze sevişmeler cinsel isteği azaltır. Bunu tüm çiftler bilmeli diye düşünüyorum. Farklılıklar cinsel yaşamınıza sıklığını sizin belirleyeceğiniz oranda sokulmalıdır. Bir an önce olsun bitsin sevişmelerini terk etmenin en iyi yolu yeni denemeler, farklı arayışlar peşinde olmaktır.  Hem kadın hem erkek  yatak odalarını şenlendirmek için seks objeleri kullanma ya da fantezileri hayata geçirme konusunda cesur olmalı. Fakat bunlarsız yapamamak da sapkın haline gelebilir, bunu da atlamayalım.

Ön sevişme ne kadar uzarsa kadının genital bölgesi de zevkli bir birleşme için hazırlanmış olur. Kayganlaşır ve gevşer. Bu da orgazmı kolaylaştıran bir şeydir. Ön sevişmeler duygu olarak da çiftleri yakınlaştıran dokunuşlar barındırır. Tüm cinsel terapistlerin üzerinde durduğu şey ön sevişmelerin önemidir.

Kadının uyarılmasında en önemli nokta şüphesiz ki klitoristir. Klitorisin en iyi ve net uyarıldığı noktayı ve pozisyonu bulmanız kadının orgazmını ciddi oranda kolaylaştırır. Klitorisin en iyi uyarıldığı ve çiftin yüz yüze bakması nedeniyle duygusal olarak da en güçlü pozisyon erkeğin üstte olduğu pozisyon olarak bilinir. Tabi pozisyonlar çiftten çifte farklı reaksiyonlar da doğurur. Sevişme esnasında açık olmak, zevk aldığınız noktaları sözlü olarak dile getirmek ya da hareketlerinizle belli etmek önemli. Erojen bölgelerinizin uyarılması orgazm olmanızı kolaylaştırır.
Erkeğin orgazma ulaşma süresini mümkün olduğunca uzun tutması gerekir. Orgazm taklidi yapan pek çok kadını buna iten sebep, erkeğin erken boşalma sorunu yaşaması. Yani son noktaya gelmeden, erkek boşalmadan kadın da görevini tamamlamış görünmek istiyor. 

Erkekler de kadının cinsel yaşamını düzenlemek ve kolaylaştırmak için erken boşalma sorunuyla ilgili olarak cinsel terapistlerden destek almalılar. Bu hem kendi cinsel yaşamlarını hem de partnerlerininkini yani ortak yaşamlarını çok daha sağlıklı hale getirecektir. Son yıllarda G noktası dolgu işlemi uygulanmaya başlandı. Vajen ön duvarına G noktasının olduğu yere 1-2 cc kadar dolgu maddesi enjeksiyonu yapılıyor. Etkisi 2-3 yıl kadar süren bu işlem orgazmı ciddi oranda kolaylaştırıyor. Sağlık koşulları gözetilerek yapılan tüm takviyeler, biz cinsel terapistlerin önerdikleri listesine giriyor. Korkusuz olun, net olun, yeniliklere açık olun, duyarlı olun ve kadın orgazm olsun, kadın orgazm oldukça yatağınız şenlensin.
Elbet değil nasibi mezellet kadınlığın, Elbet değil melekliğin ümidi zulmü şer, Elbet sefil olursa kadın, alçalır beşer, Lakin bugün hep onlara ait yığın yığın Endişeler, kederler, eziyetler, iğneler…’’ demiş seneler önce Tevfik Fikret, sanki günümüzü resmetmiş, üçüncü sayfa haberlerini zikretmiş bize.

Gün geçmiyor ki eşini bıçakladı, kardeşini öldürdü, sevgilisini vurdu haberleri etrafımızda dönüp durmasın, gözüme takılmasın, aklımızı kurcalayıp kalbimizi yormasın. Fakat mütevazı olmayacağım, yüksek düzeyde eğitilmiş olan aklım ve mesleğimi de içine katarak söylüyorum ki kadınlar bunu hak etmiyorlar.

Biliyor musunuz, gelişmekte olan ülke konumundayız ya, gelişmiş değil dikkat çekmek isterim, çabalayan, ter döken demek bu gelişmekte olmak biraz da. Gelişmekte olmak sözüne hep gülmüşümdür, galiba bunu gerektiriyor. Ezilen, dövülen, ağlayan ve hor görülen kişilerin de varlığını ve azalamamasını anlatıyor.Kadınları işaret ediyor biraz da.Nerede anneliğimiz, nerede kutsall
ığımız!
Niye duralım durmayalım, yürüyelim hem de dimdik, başımız ilerde, eğitelim, cahillikle savaşalım, gücümüze güç katalım, savaşım gücümüzü pekiştirelim. Nerden başlayalım?  Hadi kendimizi önemseyerek ya da önemseterek başlayalım. Sağlıkla başlayalım, sağlıklı olarak başlayalım. Biliyorum günümüzde pek çok kadın için bazı soruları sormak hala zor.  Hala tabular mevcut ve geleneksel zihinler işin içine sağlık konusu girse bile çekingen...

Sosyokültürel olarak iyi konumda olmak, büyük şehirlerde yaşamak ve iyi eğitimler almak bile kimi zaman yetersiz kalabiliyor. Bunların en başında kadın hastalıkları gelmekte. Hala hayatımızdaki yasak ve ayıp olan karanlık bölgede yanlış bilinen kırıntı bilgiler mevcut. Amacımız bunu değiştirmek olmalı. Çözümü komşunuzun ecza dolabından değil, çarenizi internet doktorlarından hiç değil, çözümü yüz yüze ve göz göze doktorunuzda bulun.

Basit olarak tahmin ettiğiniz mantar enfeksiyonu,  tedavi edilmediği takdirde kısırlığa gidebilir, sıradan dediğiniz ağrı ya da kanamalar çözümü mümkün olmayan kötü hastalıklara dönebilir ve bunların tek sebebi zamana, zaman vermeniz… Yapmayın, vücudunuz eğer bir sinyal veriyorsa, beklenmeyen bir durum yaşatıyorsa size, vücudunuzda bir yerlerde mutlaka yolunda gitmeyen bir şeyler vardır. Bunu da size doğru söyleyecek olan doktorunuzdur.

Söylenildiği üzere erken tanı hayat kurtarır, erken tanı sizi hayata bağışlar, belki eşinizle belki çocuklarınızla geçireceğiniz zamanı uzatır.
Kadın hastalıkları doktoruna gitmek biraz korkutucudur, endişe verir ve haklı olarak merak uyandırır. Masamız ve aletlerimiz de aslında muayeneden kaçıran sebeplerdir evet, hatta bir gece öncesinden uykusuz kalan ya da muayene olmayı sürekli erteleyen çok sayıda kadın vardır. Fakat şunu bilin ki bu zamana kadar bildiğiniz kadın doğum muayeneleri, artık daha acısız ve ağrısız yapılabiliyor.
Gerek masamız, gerekse aletlerimiz artık çok daha ince, çok daha kibar, eğer doktorunuz da ince ruhlu ve empati yapabilen bir hekimse terayağından kıl çeker gibi kolay geçecek bir 10 dakika sizi bekliyor, hepsi bu. Her şey temiz, sorunsuz çıktığı takdirde, doktorunuz size önünüzdeki 1 yıl kadar rahat bir dönem sunar. Bu süre benim gibi hastalarını özleyen hekimlere çok uzun gelir, bu yüzden eğer doktorunuzdan bu sıcaklığı aldıysanız 6 ay sonra çay içmeye mutlak uğramalısınız. Bu hem sizin doktorunuza alışmanıza ve kadın doğum fobinizi yenmenize hem de doktorunuzu daha yakından tanımanızı sağlayacaktır.

Bu yüzden hanımlar zaten sağlıklı çıkacağınızı düşünüp yüreğinizi temiz, içinizi rahat tutun. Unutmayın ki bu dünya kadınsız olmaz. Kadın da sağlıksız olmaz. Dünyayı değiştiremeyebiliriz, bu zaman isteyebilir ama kendi kapımızın önünü süpürebiliriz, kendi dünyamızı değiştirebiliriz, kendi dünyamızın kraliçeleri olabiliriz. Kendinize değer vermekle başlayacağınız bu dünyevi seyahatin bir durağı olmak biz kadın doğum hekimlerini daima mutlu etmiştir, edecektir. Doktorunuzun bir gözü de kendi hayatında, bir gözü de sizin hayatınızda olacaktır. Güvenin ve gelişmekte olan bir ülkenize gelişerek uyum sağlayın. Dünyanın ama en önemlisi ülkemin güzel kadınları, gününüz, günümüz sağlıkla umutla kutlu olsun!
“Bir öfkeye mahkum ettik her şeyi, bir yemin ettim ki dönemem” diyen o güzel adam gitti. Şimdi  yıldızlarda yankılanıyor belki sesi, şimdi gök cisimleri, bizden şanslı. Yarım bıraktığınız aşka bir bakın, ardınızda yarım bıraktığınız insana, neye benzemiş? Nasıl da geçmiş kendinden ve benim hatrım için olmasa da Kayahan’ın hatrı için dönün tutun elinden. Hayat, sevdiğini sevmemek için çok kısa, çok devrik, çok ikircikli.

En son kimin aradığı ne kadar önemli,  hala telefona uzanabilecek elleriniz varken ve çürümemişken toprak altında?  Kimin af dilediği ve kimin affetmediği ne kadar önemli, iki kalp de birbirini çekmeye can atarken böyle umutsuz? En çok kimin haklı olduğu ne kadar önemli ya da, haksızken bile seviyorken onu, inatçıyken, huzursuzken ve dahi bu aşka devamsızken. O, uzağınızda nefes alırken bir nefes yerine yarımsa nefesiniz, bilin ki hayatınız da yarı yarıya. Tamlamak için atın gururu bir kenara, postaneler yanmadan ulaşsın mektubunuz, sarı saçlar aklaşmadan, sevdanın yolları ve kurşunlar acımasızca paylaşmadan sevginizi. Bırakmayın, sıkıca tutun onu.

Sabah ezanını işiterek uyuyanlar sözüm size, başkasına onun adıyla seslenenler, filmin en güzel sahnesini anlatmak isteyenler ona, birlikte yürüdüğü yolları tek başına ibadet addedenler! Bir adım atın ona, sonra bir adım daha, sonra bir adım… Varana dek, tutana dek elini, gömene dek başını boynuna, çekene dek kokusunu içine, saymadan atın kaç adım lazımsa.

Bir başkası sevse onu ve gidip alsa…. Birlikte yürüseler hayal ettiniz o sofraya, o yatağa sonra, kalan yarınız da gitmeyecek mi, bir hiçlik sarmayacak mı bedeninizi… O çoğalıyor diye azalmayacak mısınız, o seviyor diye nefret etmeyecek misiniz, o gidiyor diye daha da kalmayacak mısınız… Bugün yapmazsanız daha çok anacak, daha çoook arayacaksınız….
Hayat, sevdiğini sevmemek için çok kısa. Hayat sevdiğini söylememek için neredeyse yok denecek kadar kısa. Bugün var dedikleriniz yarın yok, bakarsınız. Bugün yok dedikleriniz nasıl da yakışır koynunuza, sofranıza. 

Gidin alın sevdiğinizi, tutun elinden, gömün bahanelerinizi, mazeretlerinizi silin, tutun elinden, gönül sayfanıza getirin. Adı yazsın açık seçik, okudukça sevin, sevdikçe özgürleşin. Kayahan’ın hatrı için…


Ülkemizin önemli sorunlarından biri, özellikle de kadınların gözünden baktığımızda çok eşlilik. Hayatındaki erkeği başka bir kadınla paylaşan kadınlar, ciddi psikolojik sorunlar yaşıyor ve çoğu zaman bunu gizlemeye çalışırken daha da travmatik bir ağırlık altına girerek sürdürüyorlar yaşamlarını.

Medeni hukukumuz elbette birden fazla eşe olanak vermiyor ve şükürler olsun ki vermiyor. Buna rağmen birden fazla partneri olan bireylerin çok eşlilik yani poligami kapsamına girenlerine değinmekte fayda var. Çünkü hiç de az değiller.

Sosyolojik olarak çok eşlilik Poligami başlığı altında incelenir.
Poligami iki biçimdedir: erkeğin birden fazla kadınla evlenmesi
Polijini(çok karılılık), bir kadının birden fazla erkekler evlenmesi
Poliandri(çok kocalılık).
Günümüzde çok kocalılık elbette çok nadir görülen bir durumdur ve modern toplumlarda farklı yansımaları vardır.

Fakat çok karılılık çok eskiden beri süregelen, dini temellere dayandırılan ya da eski uygarlıklardan geçerek güne ulaşan bir yaşam biçimidir. Osmanlı, Hint, Asur, Mısır gibi medeniyetlerde de örnekleri ve bugüne sürümleri bilinir.


Cinsel terapist olarak gördüğümüz vakalarda kadınların önemli bir kısmı çok eşli bir kocaları olduğunu fark etmiyorlar bile. Hayır diğer kadından haberdarlar fakat bunun sosyolojik bir tanıma sahip önemli bir vaka olduğunu bilmiyorlar ve diğer kadınla savaşarak onun gitmesini bekliyor ya da küçük düşmemek için onu görmezden geliyorlar. Peki çok eşlilik nedir? Tek gecelik ilişki, ihanet gibi arada sorumluluk bağı barındırmayan ilişkiler çok eşlilik kavramı içine girmez. Kişinin çok eşli sayılabilmesi için birden fazla olan eşlerine karşı maddi ve manevi sorumluluk duygusuyla kendi içinde düzenli bir yaşam sunması ve kendisinin de bu yaşama dahil olması gerekir. Yani kumalık ve metreslik dediğimiz kavramlar tam anlamıyla çok eşlilik alanındadırlar.


Başka başka isimler verdiğimiz statüler aslında çok eşliliğin sonuçları ve hatta ta kendisi. Genelleme yapmak gerekirse kırsalda kumalık, şehir yaşantısında metreslik olarak karşımıza çıkan kavramlar arasındaki farklar yok denecek kadar azdır. Kumalıkta iki kadın da birbirinden haberdardır, metreslikte ise ayan beyan bilinen bir ilişki söz konusu olmayabilir. Erkek her iki kadına da olanaklar sağlıyor, ikisiyle de cinsel yaşantısını sürdürüyorsa ve ikisini de toplumda rahat anlaşılacak biçimiyle söyleyelim ‘karısı’ sayıyorsa ortada kesinlikle poligamik bir yaşantı vardır. Çok eşliliğin tercih edilmesinde dini nedenler, felsefik inançlar, nüfus artırma isteği, kısırlık-çocuksuzluk, iş gücü sağlama ve erki artırma amacı etkilidir. Erkek aynı zamanda sadece cinsel dürtülerini zengin tutmak ve birden çok kadınla daha fazla ve farklılıklar çerçevesinde tatmin olmak için de böyle bir seçim yapabiliyor. İşte bu biz cinsel terapistlerin üzerinde daha da yoğun biçimde durduğu bir durum. Çok eşlilik farklı kesimlerce kabul görmüş ve temellendirilmişse de ülkemiz medeni hukukunda hiçbir geçerliliği olmayan bir durumdur ve resmi olan nikah dışındaki eşin eşliği kabul edilmez. Kendi nazarlarındaki evlilik akdiyle yetinmek zorundadırlar. Ancak ortada bir çocuk varsa çocuk, haklarından yararlandırılır.
Ayrıca kırsalda kumalık kadınların kendi erkeklerine yeni ve ikinci bir eş bulmaları seviyesinde normalleşmişse bile o kadınların iç dünyalarında çok da mutlu olmaları mümkün değildir.

Kadınlık gururu dünyanın her yerinde aynı reaksiyonları yaratmakta, sadece şiddeti ve dışa vurumu değişmektedir. Hele bir de ortada aşk varsa kadını bekleyen kesinkes mutsuzluktur. Fakat yaşama biçimi nedeniyle bunu normalize etmeyi öğrenmiş, bu öğretiyle büyüdüğü için bu çok eşli yaşama uyum sağlarken tabiri caizse kendini aşmıştır.

Gelelim kırsaldaki kumalık durumu dışında kadının çok eşli erkeğe neden tepki vermediğine. Maalesef bazı kadınlar maddi güçleri ve sosyal güvenceleri bulunmadığından memnun olmasalar da buna göz yumarlar. Bilip göz yumanlar, bilmiyormuş gibi yapanlar ya da ‘beni ihmal etme de ne yaparsan yap’çı kadınlar işte bu devrede örnek oluşturur. Bilmiyormuş gibi yapmalarının nedenlerinden en önemlisi öğrenmiş ve buna rağmen kabullenip gitmemiş kalmış olmak kendilerini en basit tabiriyle kötü hissettirir, gururlarını incitir. Bu nedenle bilmiyor gibi yaparak yüz göz olmaz ve  kendi egolarını güvence altına almış olurlar. Diğer bir neden de çocuklardır. Çocuk sahibi kadınlar eşleriyle aralarındaki aşk bittiyse çocuklarının ihmal edilmemesi koşuluyla adamın başka bir aşka ve cinsel yaşama daha gereksinim duymasını anlayışla karşılamaya gayret ederler. Bir de ikinci eşi kabul ederek kendisini aptal yerine koyulmamış, her şeyin bilincinde ve de kabul edebilecek olgunlukta olduğuyla, bu ağır düşünceyle imtihan eden kadınlar vardır. Bükemedikleri bileği öperek isteyerek berabere kalmış olduklarına inanmayı seçerler. Maalesef tüm bu seçimlerin nihai olumlu sonuçları erkekler üzerine...

Ceren ile (klinigimizin psikologudur) birlikte gördüğümüz terapi vakalarında iki eşi yani daha doğru tabiriyle iki partneriyle birlikte gelen erkekler, ayrılmak istemediği için kocasına mutsuzluğunu asla belli etmeyen fakat intiharın eşiğine gelmiş kadınlar, annesine kuma getirildiği için evlenmekten korkan genç kızlar ve birden çok kadına sahip olabileceğine inandırılarak büyütülmüş, bu nedenle tek eşli kalmakta güçlük çeken fakat ilişkisinin ya da evliliğinin sürmesi için bunu yapabilmeyi isteyen erkeklerle karşılaşıyoruz. Ve tabi çok eşli kadınlarla da!

Dilerim herkes doğru ilişkinin temelleri konusunda bilinçlenir ve başka bir arayışa girerek birden fazla kişinin hayatını mahvetme eğiliminden uzaklaşır.





Biriyle aşk taksimine başlarken ya da bir ilişkiye girizgâhta kişiliğe mi bakılır yoksa öğrenilmiş davranışlara mı? Cümlemi şu şekilde de değiştirebilirim:  Kişilik mi önde olmalı aşkta, davranışlar mı? Bakın size hepimizin hayatından bir parça sunmak isterim.Bir arkadaş ortamında çok sevdiğiniz dostlarınız sizi biriyle tanıştırmak ister. 

Siz de zaten gönül olarak boş bir dönemdesiniz,  alternatifleri değerlendirmek istiyorsunuz. En güzel kıyafetleri giyer, en özel kılıçları kuşanır, o muhteşem bilgi dağarcığınızı da sırtınıza yükleyerek maksimum sosyallik sloganıyla ortama girersiniz. Arkadaşlarıyla takımının futbolcularını bala batıra batıra anlatan erkek, bu sohbete kulak kabartan kızı görünce şaşıracaktır. 

Futboldan hoşlanan ya da bu sohbete dahil olan kız bulmak zordur çünkü. Hatta gelecek haftaki basketboldaki all star a bilet aldığını duyunca daha da bir heyecanlanır. Fonda çalan müzik jazz müzik, Louis Armstrong dan West End Blues. Bu müziğin ortak zevkleri olduğunu keşfederler, sinemada erkeğin de romantik filmler izleyebileceği konusunda hemfikir olur hatta geçen sene gittikleri dünya kupalarında da aynı otelde kaldıkları ortaya çıkar. İkisinin de yapabildiği ve en sevdiği yemek makarnadır. Sabah kahvaltılarını akşama kadar uzatmak hatta masada bir gün sonraya kadar oturmak konuşmak konuşmak en sevdikleri tatil modudur ….Yani 3 saate ne kadar çok ortak nokta sığdırdık fikri baş gösterir kafa üstü baloncuklarında. Eve gittiklerinde ne kadar hoştu diye düşünürler. Sonuç telefon alma-verme. Ve dayanamayıp akşam erkek arar ve bir sonraki gün akşam yemeğine söz alır. Meğer ne kadar da ortak noktaları vardır. Kızlardan beklemediği bir performans sergiledi diye puan hanesine bir + koyan erkek, aynı puanın kendisinde de olduğunun farkındadır. Günler günleri kovalarken ortaya bir hoşlanma dürtüsü çıkar. Kız erkekten erkek de kızdan hoşlanmaktadır ama hoşlandığı şey nedir? Birkaç tavır,  birkaç davranış. Fakat hoşlanmayı kişinin bütününe atfederek ondan elektrik aldığı ve ilişkiye başlayabileceği ve devamının çok güzel olacağı düşünülür. Ona aşık olmuştur, bedenine, fikrine, zikrine her şeyine…Yavaş yavaş günler geçtikçe ortaya çıkan beğeniler, istekler farklılaşmaya, tavır ve davranışlar yelpazesi genişlemeye hatta duygular dile gelmeye başlar. Her nedense hep bu saatten sonra birbirleriyle benzer olmayan hatta taban tabana ters düşen davranışlar görülür. İnsan bu ya, olumlu durumları genele yaymaktan hoşlansa da daha çok olumsuzları genellemeye bayılır. 

Artık erkek de, kız da dile getirebilir gerçeği, çekincesi yok, beğendirmeye ihtiyacı kalmamıştır, herkes baksın dalgasına belki de argoda tam bu durum için kullanılmıştır. Ama haksızlık değil midir? Kişinin özbenliğine ve kişiliğine bu yapılan. Artık benim beğendiğim ve hoşlandığım kişi değişti denir, onu tanıyamamışım denilmez ya da çabuk karar vermişim denilmez. 

Kişide değişen bir şey yoktur aslında sadece farklı yönleri ortaya çıkmış ya da çıkarılmıştır. Bu sefer de adam koyu renk çoraptan değil de beyaz çoraptan hoşlandığını söylemiştir, özel günlerde hediye almanın ticari kaygı olduğunu dile getirmiştir, çok konuşmaktan haz etmediğini anlatmıştır. Bu birey diğeriyle aynı mıdır? Aslında aynı kişidir. Sorun nedir o zaman?Sorun, çiftlerin her birinin farklı yapıda olduğunu bilmemeleri,sorun birden karar vermeleri,sorun olumsuzluklar karşısında hemen vazgeçmeleri ve ilişkiyi çabuk harcamaları vesorun konuşmamalarıdır.Bir ilişki yaşamak kolaydır. Sizin istediğiniz ilişkiyi bulmak zordur. Mükemmel bir ilişki, eğer birbirine her açıdan %100 benzerlik ve istediğinin her daim olması ise onu kaçırma. Fakat günümüzde bu %100 değil, % 50 de olsa onu da bırakma!!!!  Taviz vermek ya da alttan almak kelimesinin lugattan çıkarıldığı, hayatta bu kadar mükemmeliyetçi insanların olduğu ve geri adım atmanın hiç olmadığı toplumumuzda, ilişki yaşamadan önce size naçizane bir tavsiyem olacak.  

Kağıdı elinize alın karşınızdaki kişinin artı ve eksilerini toplayın. Eğer artılar fazlaysa hiç durmayın ve hayatınıza onu kabul edin. Eksiler fazlaysa o da kim ki!!!!!Size bir tavsiye daha….Mükemmel bir ilişki hem cinsel hem sosyal hem de ruhsal uyumu içerir. Ama bu uyumun kurallarını unutmayın ki siz koyarsınız. İşte bu kuralları daha hayatınıza biri girmeden mutlaka not edin. Sonra belki sorular ya da kalem kağıt için vakit bulamayabilirsiniz.Siz siz olun karşınızdakini bir bütün olarak değerlendirin kişiliğini yok saymayın, davranışlar sizi yanıltabilir görmek istediklerinizi gösterebilir. Bu uyumlulukların yanında var olan ve belki de olması gereken uyumsuzlukların okunuzu başkasına çevirmesine izin vermeyin. 

Türlü türlü olduğumuzu ve sizde olmayan rengin karşınızdaki kişide olmasının nasıl bir güzellik yaratabileceğini düşünmekten vazgeçmeyin. 

Tek yumurta ikizinizi aramıyorsunuz, eşinizi arıyorsunuz, bunun farkında olun. Ve ama biriyle ama yalnız, mutlu olmaya daima gönüllü olun!
Op.Dr. Gökçen ERDOĞAN. Blogger tarafından desteklenmektedir.